18 Mart 2010 Perşembe

ATMA VE ATMALILAR

*

ATMA VE

ATMALI

AŞİRETİ



Hayrettin Yıldırım





Bu blog sitesinde aktarılan bilgilerin bir özeti veya sonsöz olarak şunlar söylenebilir:

Atmalı aşiretinin/cemaatinin adına ilk kez 1560 yılına ait Malatya tahrir defterinde rastlanmaktadır. Buna göre, birkaç neferden oluşan “Atmalu” cemaati, bir başka cemaatle birlikte, 1560 yılında Malatya’nın ‘Keder Beyt’ nahiyesinde meskundu. En eski ikinci kayıt ise, 1563 yılında Maraş topraklarında Alma Kuşağı Mezraı’nda başkalarıyla birlikte tarımla uğraştıklarını göstermektedir. Üçüncü olarak, Arapgir sancağına ait 1643 tarihli avârız-hâne defterinde Atma adlı köyün, Arapgir sancağının en büyük ya da kalabalık köyü olduğu görülmektedir. Atma köyünün bulunduğu mevki Horan/Horun adını taşımakta olup bugün Kaynak adlı bir köye ev sahipliği yapmaktadır.

Horan’ın (Horun) 1335 yılında Türkler tarafından kurulmuş bir köy olduğu öne sürülmektedir. Kesin birşey söylenememekle birlikte, söz konusu tarihe ait siyasal konjonktürden hareketle Atmalılar’ın Bozok Türkmenleri'nden (ve muhtemelen Beydili/Begdili boyundan) oldukları çıkarımını yapmak mümkün olabilir. Öte yandan, 1560 gibi erken bir tarihte “Atmalu cemaati” şeklinde Türkçe bir isimle anılmalarının, Türkmen olmalarından kaynaklandığı tahmininde bulunmak mümkündür.

Atma köylüleri ya da Atmalılar, tahminen 1640’lı yılların sonunda yaşadıkları trajik bir olay sonucu çok sayıda zaptiye ya da askeri öldürmek zorunda kaldıkları için köylerini boşaltıp değişik yerlere dağılmışlar ve başka muhitlerde çoğalmışlardır.

1690-94 yılları arasında ve/veya 1702 yılı ve sonrasında, Osmanlı Devleti’nin iskân politikası gereği tekrar bir göç dalgasının ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Arşiv belgelerinden anlaşıldığına göre, içlerinden bir bölümü 1690’lı yılların başında Rakka’ya (Suriye’de, Halep’in doğusunda, Fırat kenarında yer alan ve Türkiye sınırına yaklaşık 120-130 km uzaklıkta bir şehir) yerleştirildiği gibi, aralarından bazıları da 1720 yılında Harran Ovası’nda iskân edilmiştir. Her iki iskânın da gerekçesi, bölgede eşkıyaya karşı güvenliği sağlayacak topluluklar oluşturulmasıdır. Yine belgeler ışığında 1734 yılında ana kütlenin hâlâ Arapgir sancağına bağlı topraklarda timarlı göçebe olarak yaşadıkları ve “harp ve darbe muktedir bir cemaat” olarak yine eşkıyaya karşı güvenliği sağlamak üzere Alaca-Han’a yerleştirilmelerinin düşünüldüğü görülmektedir.

Atmalılar’ın Osmanlı tahrir defterlerinde bazen Türkmen Ekradı (Türkmen Kürtleri), bazen de Ekrad (Kürtler) olarak anılmalarının, Bozok Türkleri’nin Beydili/Begdili boyunun “Kürtler” cemaatinden/aşiretinden olmalarından kaynaklanıyor olması muhtemeldir. Nitekim arşivlerde Beydililer için “Kürt Beğdilisu cemaati” tabirinin kullanıldığı da görülmektedir. (Bilindiği gibi Oğuzlar 12’si Bozok, 12’si de Üçok olmak üzere 24 boydan teşekkül etmekte olup, Beydili Boyu, Kayı Boyu gibi Bozoklar’dandır. Dulkadiroğulları ve Ramazanoğulları gibi beylikler Beydililer tarafından kurulmuştur.)

Bununla birlikte, Atmalılar'ın Rişvan aşireti ile herhangi bir bağlarının bulunmadığı da kesindir. Çünkü, başta 1560 tarihli Malatya tahrir defteri ile 1563 tarihli Maraş tahrir defteri olmak üzere bütün kayıtlarda ayrı aşiretler olarak gösterilmektedirler. Öte yandan, Türkmen Ekradı olarak nitelendirilmelerinden hareketle Horasan kökenli oldukları tahmininde bulunmak mümkün olsa bile, Atmalılar'ın kökenini Irak'a kadar uzatan rivayetlerin hiçbir dayanağının mevcut olmadığını belirtmek gerekiyor. Ayrıca Hacı Bektaş-ı Velî ile de herhangi bir bağlantıları mevcut değildir. Bu, Atmalılar'dan Alevîleşen kesimin Bektaşîlik'le bağlarının bulunmamasından da anlaşılmaktadır. Köken itibariyle tamamı Sünnî olan Atmalılar'dan Arguvan köylerine yerleşenler özellikle Dersim kökenlilerle kurdukları akrabalık ve kültürel etkileşim sonucu Alevîleşmişlerdir. Ayrıca Doğanşehir-Topraktepe köyüne yerleşenlerin de bir bölümü İran-Kaşan'dan gelenlerle kaynaşarak Alevîliği benimsemişlerdir. Yine Alhaslılar'ın da belirli bir bölümü, Elbistan civarına yerleştikten hemen sonra Alevîliği benimsediklerini yaşlılarının ifadelerine dayanarak söylemektedirler. Atmalılar'ın geriye kalan büyük çoğunluğu ise Hanefî mezhebinde kalmaya devam etmişlerdir. Atmalılar'ın Şafiî değil Hanefî olmaları da, Türkmen oldukları tezini güçlendirmektedir.

Arşiv belgelerinden Atmalılar’ın Rakka’dan Trabzon-Of’a ve Urfa’dan Konya ve Ankara-Haymana’ya kadar geniş bir alana yayıldıkları anlaşılmaktadır. Günümüzde nüfusları onbinlerle ifade edilebilecek bir durumdadır. Tarihçilerin genel olarak kabul ettikleri gibi, her yüz yıl için üç kuşak esas alınırsa, bu rakam akla yatkındır. 1643’te Arapgir-Atma köyünün ‘vergi veren’ nüfusunun 84 olduğu dikkate alınırsa, köyün toplam nüfusunun kadın, çocuk ve yaşlılarla birlikte en az 500 olduğu kabul edilebilir. Fahrettin Öztoprak, “Halep Türkmenleri’nin Kanuni devrinde vergi nüfusu 9316 hanedir. Bu ise onların nüfusunun 90.000 civarında bulunduğunu gösterir” demektedir (http://www.mengensofular.com/?q=content/view/75/10). Benzer bir akıl yürütme ile, 500 yerine 800 rakamını da kullanmak mümkün olabilir.

Batılı gezgin Carsten Niebuhr, 1766 yılında Atmalılar’ın Malatya, Maraş ve Adıyaman havalisinde bin çadırlık bir topluluk teşkil ettiklerini söylemektedir. Aynı dönemde bölgede mevcut olan göçebe toplulukların sayını ise 40 bin civarında göstermektedir.

Meşhur Atmalılar olarak Turgut Özal, Antep savunmasında şehit olan Molla Mehmet Karayılan, Osman Bölükbaşı, Metin Emiroğlu ve İbrahim Hortoğlu gibi isimler anılmaktadır. Karayılan’ın Atmalılar’dan oluşan çetesi ile Anteb’in kurtuluşunda oynadığı rolün yanı sıra, Pazarcıklı Atmalılar’ın reisi Yakup Paşa (Paşo Ağa / Yakup Hamdi Bey) da Maraş’ın savunulması ve kurtuluşu olayında 350 kişi ile yer almıştır.



“Ey insanlar, muhakkak ki sizi bir erkekle bir bir kadından yarattık ve tanışasınız diye sizi kavim ve kabileler yaptık. Şüphesiz ki Allah katında en şerefliniz en takvalı olanınızdır. Hiç kuşkusuz Allah herşeyi bilir, herşeyden haberdardır.” (Hucurât Suresi, 49/13)

ATMALI İSMİNİN KÖKENİ

ATMALI

ADI NEREDEN

GELİYOR?


E. Halil Karalıoğlu

“Atma”; “atmak” fiilinden gelen ve “atma eylemi” anlamını taşıyan bir kelimedir. Diğer anlamlarına gelince, yün eğirmek için kullanılan çubuğa bazı yörelerimizde “çildirgi” ve bazı yerlerde ise “atma çubuğu” denir. Ayrıca yapıların üzerini örtmekte kullanılan kalın ağaçlara da ‘atma’ denilmektedir. (http://www.ilic.gov.tr/print.php?type=A&item_id=1)

Larousse’da “el sanatları” kapsamında şu anlamlardan söz edilmektedir: “­­­Kasnak işinde, ipliği desen boyunca tutturma işlemi. –Geniş bir yüzeyi örtmek için iplikleri birbirine koşut biçimde germe ve düzenli bir biçimde ilmiklemeye dayanan yöntem. // Atma işi, kumaş yüzeyine enine ve boyuna iplikler atıp kesişme noktalarını tutturarak yapılan sayılı bir nakış türü. (Kafes görünümünde olan atma işi, kolaylığı nedeniyle eski işlemelerde, özellikle bohça ve yaygılarda çok kullanılmıştır.)” İnşaat alaındaki anlam olarak da şu aktarılıyor: “Geniş açıklıklı bir lento oluşturan, çoğunlukla bileşik kiriş. –Bir kesme taşın ayrıtı üzerindeki bir parçanın kopması.”

Ayrıca Hüseyin Ecer şu bilgileri aktarmaktadır: “ATMA, Türkçe’de omuza atılan ya da at sırtına atılan heybe anlamındadır…. ATMALU, ATMA’dan türetilmiş olup heybesi olan kisi…. Ancak bizim bu HEYBELERLE ya da HEYBELİLER’le de bir bağımız söz konusu değil ATMİ olarak.” (http://www.facebook.com/topic.php?topic=9634&post=53804&uid=32929115806)



Atmalı aşiretinin adı ile ilgili olarak anlatılanlar genelde birbiriyle çelişen bilgiler durumundadır. Konuyla ilgili farklı görüş ve/veya rivayetler mevcuttur.



1. Bir rivayet şöyle:

“Atmalı adından da anlaşılacağı gibi Atmalı ismi Türkçedir. Eskiden, Atmalı Aşiretinde Hırsızlık yapmayana, evini geçindiremez düşüncesi ile kız vermezlermiş. Atmalılar Eskiden Cins Atları çalma konusunda maharetli imişler. Rivayete göre, XV. yy.da Van/Erciş yöresinde iskan eden Rişvan Uruğunun iki mensubu, gece başka bir oymağın çadırları
etrafında dolaşırlarken, hırsızlık suçundan tutuklanmışlar. Zamann Boy Beyi tarafından ölüm cezası ile cezalandırılmışlar. Ölüm cezaları, yörenin en yüksek kayası olan Ballıkaya’dan atılarak gerçekleştirilirmiş. Bu iki Rişvanın ölüm cezasının, kayadan atılarak infazına karar verilmiş. İnfaz gerçekleşinceye kadar, aradan geçen süre içerisinde halk arasında Bunları Kayadan Atmalı sözü çok kullanılır olmuş. Günlerce süren tartışmalardan sonra ceza heyeti de tereddüt ederek; ‘Bunları Kayadan atmalı mı, atmamalı mı?’ sorusuna cevap vermeye çalışır. Sonunda kayadan Atmaya karar verilmiş. Zamanın Boy Beyinin emri ile suçlanan iki Rişvan Genci kayadan atılmışlar. Gençlerden biri ölmüş, diğeri ayakları üzerine düşerek kaçmış gitmiş. Bu genç, Askerler tarafından tekrar yakalanmış ve Boy Beyinin huzuruna getirilmiş. Bu genci yeniden ‘Kayadan atmalı mı?’ diye sorulduğunda Bey, bu adamın cezasını çektiğini ve ölmediğini, ikinci kez tekrar atılmasına gerek olmadığını ve mukadderatı değiştiremeyeceklerini söylemiş. Hatta Boy Beyi, bu gencin bu kadar yüksek kayadan atılarak ölmemesine hayret etmiş ve onun Ermiş Kişilerden biri olduğunu düşünmüş ve korkmuş. Derhal onu serbest bırakın gitsin demiş. Böylece halk, serbest bırakılan Rişvan gencine Atmalı adını vermiş. Bu Rişvandan oluşan aileye ve daha sonra çoğalarak meydana gelen Aşirete Atmalı Aşireti adı verilmiş (bunlar rivayettir).”

Görüldüğü gibi, “Bunlar rivayettir” denilmektedir. Daha doğrusu buların birer yakıştırma olduğunu söylemek gerekir. Bu rivayetlerin kaynağı da bilinmemektedir. Ayrıca, olaya bakılırsa, “Atmamalı” adının takılması gerekirdi. Ayrıca, bu açıklama biçimi “atmalı” kelimesi üzerine kurulmuştur, “atma” değil. Oysa, Atmalı aşireti için “Atma aşireti” ifadesi de yaygın biçimde kullanılmaktadır.



2. Atmalı isminin kökeniyle ilgili bir başka görüş şudur:

“… Atçılıkla uğraştıkları için Atmalı adını aldıkları söylenir. AT+MALI adını analiz edersek; AT Türkçe bir kelimedir. MAL ise Kürtçe EV manasına gelir. ATMALI; At Evi, Atlara Malik olanlar, sahip olanlar gibi de yorumlamak mümkündür.”

Görüldüğü gibi bu görüş de son derece zorlama bir faraziye yahut varsayım ve tahmin olmaktan öteye gitmemektedir. Atçılık diye bir meslek yoktur, “at evi” diye bir tabir de olmaz. Birçoklarının “Atmalı aşireti” yerine “Atma aşireti” ifadesini kullanması, bu iddiayı tamamen çürütmektedir.



3. Üçüncü bir görüş ise, Mehmet Demir Atmalı ve İbrahim Uçar’ın aktardığına göre, şöyledir:

“Prof. Mehmet Eröz, Macar Türkolog Rasony ve Hüseyin Namık Orkun, Türklerde totem olarak bilinen hayvan isimlerinin, oymak isimleri olarak alındığını ifade etmektedirler. Atmalı adının, totem olarak alınan atmaca kuşundan alınmış olabileceğini ileri sürmektedirler.”

Mahmut Rişvanoğlu, M. Eröz’ün bunu bir tahmin olarak ileri sürdüğünü belirtmektedir (Mahmut Rişvanoğlu, Saklanan Gerçek: Kurmanclar ve Zazalar’ın Kimliği, Ankara: Tanmak, [t.y.] C. 1, s. 502; Mahmut Rişvanoğlu, Doğu Aşiretleri ve Emperyalizm, 3. b., İstanbul : Türk Kültür Yayını, 1978).

Bu görüş de, bir tahmin, daha doğrusu yakıştırma olmaktan öteye gitmemektedir. Ayrıca, bu varsayımın doğru olması, Türkler’in (veya Kürtler’in) müslümanlığı kabulünden önce aşiretin mevcut olması şartına bağlıdır. Böyle olsaydı, Atmalı aşiretiyle ilgili bilgilere tarihî kaynaklarda rastlamak gerekirdi. Oysa, Osmanlı arşiv belgeleri dışında bir tarihî kayda rastlanmamaktadır. Bunlar da XVI. yüzyıldan öncesine uzanmamaktadır.



4. Bir diğer görüş, Hüseyin Ecer tarafından, şu şekilde dile getirilmektedir: “ATMİ Arapça’da Türkçe karşılığı isim olarak karanlık, akşam, koyu renk, gölge, belirsizlik anlamındadır. Sıfat olarak kullanıldığında ise karanlık, ışıksız, kara, esmer, koyu, loş, esrarlı, gizli, asık suratlı, kasvetli, üzüntülü, bulanık, korkutucu anlamlarını içermektedir…. Malatya ve çevresi Arap egemenliği altında kaldığı dönemlerde bu bölgede yasayan toplulukları aynı şekilde kendi dillerinde kara-esmer olarak sıfatlandırmışlardır. Atmiliğimiz ne ‘atmaca’dan ne de ‘kayalardan atma’lardan gelmemektedir. Atmi'liğimiz Oravların (Arapların) esmerliğimizi sıfatlandırmasından ileridir.” (http://www.facebook.com/group.php?gid=32929115806#!/topic.php?uid=32929115806&topic=9634)

Hüseyin Ecer, Suriye ve Filistin’i ziyaret edecekler için hazırlanmış olan 1901 tarihli bir Suriye lehçesi günlük konuşmalar kılavuzunda yer alan sözlüğü kaynak olarak göstermektedir. Orada, atmi kelimesinin karşılığı olarak İngilizce dark ve darkness kelimeleri gösterilmektedir. (http://www.archive.org/stream/arabicmanualcoll00crow/arabicmanualcoll00crow_djvu.txt)

Ancak, bu isim benzerliği, ikisi arasında bir bağlantı bulunduğunu söylemek için yeterli bir neden değildir. Tarihî veriler, bu varsayımı doğrular bir nitelik taşımıyor. Malatya ve çevresindeki Arap-İslâm egemenliği 659 yılına uzanır. Ancak 877 yılında bölge tekrar Bizans’ın eline geçmiştir. 1071’den sonra da Türkler’in hakimiyeti altına girmiştir. Atmi (Atma, Atmalı) adının Arapça’yla bir ilgisinin bulunması demek, Atmalılar’ın (daha erken değilse bile) 877 yılında önemli bir topluluk olarak mevcut olmaları demektir. Bu durumda dönemle ilgili kaynakların onlardan bahsetmesi gerekirdi. Oysa böyle birşey yoktur. Tam aksine, Atmalılar’dan (Atmi değil) bahsedildiğini görmek için yedi asır sonrasına bakmak gerekiyor. O zaman bile, köylerde yaşayan küçük ve önemsiz topluluklar oldukları görülüyor. Yaşadıkları yerde dikkate alınan bir topluluk haline gelmeleri ise ancak 1700’lü yıllarda mümkün olmuştur.

İkinci bir husus da şu: Araplar’ın Malatya civarında karşılaştıkları herhangi bir topluluğa bu şekilde ad vermeleri mantıklı bir tahmin kabul edilemez. Onlara, yaşadıkları beldelerden hareketle, “Şuralı” ya da “Buralı” demeleri gerekirdi. Ayrıca, esmerlik gibi oldukça yaygın bir özellik, belirli bir topluluğu diğerlerinden ayırmak için kullanılabilecek bir sıfat ya da isim değildir. Mesela, birçok Hasan’ın bulunduğu yerde bunlardan birini “Kara Hasan” olarak adlandırmak işlevsel olabilir, ama böyle bir insanı sadece “Kara” olarak adlandırmak anlamsız olur.

Üçüncüsü, böyle bir kitlenin, öteden beri bilinen kendi topluluk isimlerini bırakarak, Araplar’ın kendilerine taktığı adı benimsemeleri de olacak şey değildir.

Hüseyin Ecer, çelişkili biçimde şunu da söylemektedir:

“… isimlerin Mam, Kam, Kom, Olda, Hus, Oldada, Fote, Aşe, Ginc, Xido, Milla, Xone, Şore, Bori, Bozo, Hemat, Ale vs. gibi. Ancak bu topraklarin bu öz isimleri Kamber, Kâmil, Ali, Alidede, Hüseyin, Fatma, Ayşe, Genco, Hıdır, Mulla, Hanım, Şehriban, Bahriye, Bazo, Ahmet, Elif şeklinde asimile edilmeye çalışılsa da ….”

Hepimizin bildiği gibi, Fatma’nın Fato, Ayşe’nin Aşe yapılması gibi kısaltmalar Anadolu’da yaygındır. Aşe’nin Arapça Ayşe’den (Âişe) geldiğini bile kabul etmek istemeyen bir insanın, Atmi ismini Arapça’ya bağlamaya çalışması tuhaftır.

Hüseyin Ecer, şunu da söylemektedir: “Bir kere ATMAN yada ATMALI degil ATMİ’dir, aşiret olarak bilinen ve ifade edilen. Reşwan degil Raşi’dir. ATMA, ATMALI, ATMAN gibi sıfatlandırmalar ya da isimlendirmeler ise Osmanlılar’ın Türkleştirme politikaları olduğu açıktır.”

Bu ifadeler de çelişkilidir. Osmanlı’nın Arapça’ya karşı Türkçeleştirme şeklinde bir politikası olmamıştır. Daha doğrusu Osmanlı hiç bir kesime karşı Türkleştirme ve Türkçeleştirme politikası gütmemiştir.



5. Mehmet Demir Atmalı şunları yazmaktadır:

“15.11.2009 akşamı gece yarısı Kanal Türk’te ‘Teke Tek’ Programını izliyordum. Tarihçi Murat BARDAKÇI ve Fatih ALTAYLI’nın konuğu Bizans Tarihi üzerine araştırma yapan Doç. Dr. Levent KAYAPINAR. Bizans kaynaklarına göre Osmanlı’yı anlatırken çok ilginç bir açıklamada bulundu: ‘Bizans kayıtlarına göre Osman veya Osmanlı ismine rastlamıyoruz. Osman Bey’e “Atman” diyorlar. Osmanlı’ya “Atmanik” diyorlar. Osmanlı da bu “Atma” adına Arapça aidiyet eki olan (i) harfini ekleyerek kendine “Atmi” diyor. Aslında Ertuğrul, Orhan, Gündüzalp, Aydoğdu gibi öz Türkçe isimlerin arasında bir Arap adı olan “Osman” isminin bulunmasına tarihçiler bir mana verememekte ve “Atman” adına daha sıcak bakmaktadırlar.. Zaten yerel adı “Osman” değil, “Otman”dır.’ ”

Bununla birlikte, Mehmet Demir Atmalı şu ilaveyi de yapıyor:

“Ancak, bizim Atmalı, Bizans kayıtlarındaki Atman ile aynı mıdır, henüz kesinlik kazanmış değildir.”

Burada şunu belirtmek gerekir: Bizanslılar’ın Osman Bey’e Atman demeleri, Osman Gazi’nin isminin Atman olduğunu göstermez. Çünkü Osmanlı kaynakları bu konuda kesin bilgi vermektedir. “Aslında Ertuğrul, Orhan, Gündüzalp, Aydoğdu gibi öz Türkçe isimlerin arasında bir Arap adı olan ‘Osman’ isminin bulunmasına tarihçiler bir mana verememekte” şeklindeki ifade de abartılıdır. Aslında Çağrı Bey’in adı Davud, Alpaslan’ınki Muhammed’dir. Orhan Bey’in oğlunun adı da Süleyman Şah’tır. Orhan Bey’in torunu Murad’ın adı da Arapça’dır. (Yıldırım) Bayezid de “Ebu Yezid” demektir ve Bâyezid (Ebu Yezid) Bestamî’den dolayı yaygınlaşmış bir isimdir.

Atmalı ile Arapça aidiyet eki ile oluşturulan “Atmî” arasında da bir ilişki kurulamaz. Atmî, “Benim Atm’ım” demek olur. (Mesela ‘Ya Rabbî’ demek ‘Ey Rabbim’ demektir. Uzatma eki atılarak ‘Ya Rabbi’ de denilebilmektedir.) Osmanlılar gerçekten kendilerini “Atmi” olarak adlandırmış olsalar bile, bu, Osmanlılar’la Atmalılar arasında ilişki kurulmasına yetmez. Bunun için ayrıca belge sunulması gerekir. Halbuki, yukarıda da belirtildiği gibi, 1560 yılı öncesindeki Osmanlı arşiv belgelerinde (ve başka yazılı kaynaklarda) Atmalı diye bir aşiretten söz edilmiyor ve böyle bir isim geçmiyor.



6. 1919 yılında bölgeyi ziyaret etmiş ve Pazarcıklı Atmalılar’ın reisi Paşa Yakup ile görüşmüş olan İngiliz binbaşısı Noel, Kürtçe Atmi olan aşiret adının, Osmanlı Devleti’nin Türkleştirme politikası sonucu Atmalı şeklinde Türkçeleştirilmiş olduğunu ileri sürmektedir. Her ne kadar o dönemde iktidarı ele geçirmiş bulunan İttihat ve Terakki örgütü Türkçülük yapmışsa da, bu, Prof. Dr. İlber Ortaylı’ın “Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu” adlı doktora tezinde belirttiği gibi, Almanlar tarafından teşvik edilen ve daha çok dış politika bakımından önem taşıyan bir uygulama durumundaydı. Türkleştirme ve Türkçeleştirmenin resmî politika haline gelmesi, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Tek Parti döneminde yaşanmıştır. İttihat ve Terakki öncesi Osmanlı politikalarının ise Türkçeleştirme ve Türkleştirme ile uzaktan-yakından bir ilgisi yoktur. Hatta II. Abdülhamit’in, kurduğu Hamidiye Alayları ile doğudaki bazı Türk aşiretleri Kürtleştirdiğini ileri sürenler bile vardır. Ondan önceki tarihlerde de herhangi bir Türkleştirme faaliyeti yaşanmış değildir. Aslında Kürt aşiretleri II. Mahmut dönemine kadar büyük ölçüde özerk bir konumdaydılar. II. Mahmut’un merkezî idareyi güçlendirme çabaları aşiretler tarafından tepkiyle karşılanmıştır. 1560 yılında Osmanlı’nın bir köy bile değil, bir mezrada yaşayan Atmi adlı iki-üç kişilik bir topluluğu Türkleştirmek için adlarını Atmalı diye yazacağını düşünmek mantıksızlık olur. Kesin olan husus, Noel’in bir İngiliz casusu ve ajan-provakatör olduğu ve o sıralarda Kürtler’i kışkırtmaya çalıştığıdır. Noel’in Atmi ve Atmalı adları ile ilgili olarak söylediklerinin herhangi bir değeri yoktur.

Sonuç olarak şu söylenebilir: Mevcut bilgilerimiz çerçevesinde Atmalı (Atmalu) adının kökenini tespit etmek mümkün görünmemektedir. Fakat Türkçe bir adlandırma olduğu kesindir.



“Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve ‘Kuşkusuz ben müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?!” (Fussilet Suresi, 41/33)

ATMALI AŞİRETİ TARİHİ 2

Yukarıda geçtiği gibi, Dr. Rişvanoğlu, Atmalılar’ın yaşadıkları yerleri sıralarken, Osmanlı tahrir defterlerine dayanarak Maraş ile Rakka (Suriye’de, Fırat kenarında bir şehir) arasındaki bölgelerden de söz etmektedir. Beğdili, 1540 yılında iki cemaatte toplam 202 hane ve 9 mücerred (yalnız yaşayan) nüfusa sahipti. II. Selim döneminde 6 cemaatte toplam 296 hane ve 69 mücerred nüfusa ulaşmıştır (Tufan Gündüz, Anadolu’da Türkmen Aşiretleri: Bozulus Türkmenleri: 1540-1640, Ankara: Bilge Yayınları, 1997, s. 57).
TDV İslâm Ansiklopedisi’nde yer alan “Beydili” başlıkı maddede ise, Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, yukarıdaki bilgilerden fazla olarak, 1570’te 69 cemaatten teşekkül ettiklerini ve yaklaşık 1000 hane olduklarını belirtiyor. Belirttiğine göre, “Bu gruptan en önemlileri Karacalu, Kürtler, Bozkoyunlu, Kuzucuklu, Balabanlı, Taş-baş, Dimleklü, Ulaşlu, Tatalu gibi cemaatlerdi.” (Karacalu ile Kürtler, Bozulus’u oluşturmaktadır.) Halaçoğlu’nun “cemaat” kavramını kullanmasının nedeni şudur: Osmanlı’da konar-göçerler kendi aralarında il veya ulus adı altında gruplandırılmışlar, bu da kendi arasında boy, aşiret, cemaat, oymak, mahalle, oba (aile) şeklinde bölümlere ayrılmıştır. Yaşayış tarzlarının ve hayvanlarına otlak bulma ihtiyaçlarının bir sonucu olarak yaylak-kışlak hareketine bağlı kalmışlardır. (Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, C. 12, İstanbul: Çağ Y., 1993, s. 388.) Halaçoğlu’nun sıraladığı cemaatler arasında Kürtler adını taşıyan birinin bulunuyor olması önem taşımaktadır. Bununla birlikte, Rişvan diye bir koldan söz edilmemesi de dikkat çekiyor. Osmanlı tahrir defterlerinde Atmalılar’ın “Ekrad (Kürtler)” ve “Türkmen Ekradı” (Türkmen Kürtleri) olarak anılmasının nedeni, Beydili boyunun “Kürtler” cemaatinden olmalarından kaynaklanıyor olmalıdır. Şu anda, yukarıda sözü edilen Beydili boyuna mensup Kürtler’in kimler olduğu hakkında başka bir bilgi veya bulgu mevcut bulunmadığına göre, bu ihtimali gözden uzak tutmamak gerekir. Muhtemelen, sözü edilen 69 cemaatten biri, Atmalılar’dı.
Halaçoğlu sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Naîmâ tarafından Halep, Rakka ve Diyarbekir bölgelerinde yoğun bir nüfusa ve çok miktarda at, koyun ve deveye sahip bulundukları bildirilen Beydililer’in en güzel yaylak ve kışlağa mâlik oldukları da kaydedilmektedir. Nitekim Osmanlı Devleti onları, gerek eşkıyalık sayılan taşkın hareketleri gerekse savaşçı vasıfları dolayısıyla Suriye’deki Arap kabilelerine karşı bir set teşkili gayesiyle Rakka ve yöresine yerleştirmeye teşebbüs etmiştir. Bu iskâna Yeni İl Türkmenleri içinde bulunan 1069 hânelik Beydili kolu da dahil edilmiştir. 1690-1691’de Akçakale’den Rakka’ya kadar olan sahada Belih nehri kıyılarına iskân emri verilen cemaatlerden Yeni İl’e tâbi Bekmişlü 500 çadır, Kara Şeyhlü 600 çadır, Bozkoyunlu 600 çadır, diğer Bozkoyunlu 200 çadır, Dimleklü 500 çadırdı…. 1702’den itibaren Yeni İl ve Halep Türkmenleri’nden bazı cemaatlerin de buraya sevkedildiği görülüyor. Yeni İl ve Halep Türkmenleri içindeki bu Beydili cemaatlerinin 1638 Bağdat Seferi’nde zahire naklinde önemli hizmetlerde bulundukları da belirtilmelidir.”
“Belih nehri kıyılarına yerleştirilen bu Beydili obaları XIX. yüzyılda dağılmış ve Karaşıhlı, Araplı, Torun, Bekmişlü, Güneç (Güneş obası), Hacı Ali, Kazlı, Kadirli, Bayındırlı ve Ceritli oymakları Gaziantep, Urfa, Nizip, Karkamış, Oğuzeli ve Kilis yöresine yerleşmiştir….”
Mehmet Demir Atmalı ile İbrahim Uçar’ın, yaşlı (veya genç) bireylerle yaptıkları söyleşiler çerçevesinde topladıkları bilgiler, Halaçoğlu’nun aktardığı bilgilerle kısmen örtüşmektedir:
“İslahiyenin Atmalı (Kolıkon-İhtiyarlar) Köyünde ikamet eden, 94 yaşındaki Kaba Oymağına mensup Bektaş Topal’a göre; Osmanlı Devleti, Atmalı Aşiretinden at ve deve toplatmıştır. Ayrıca Atmalı’dan asker istemiştir. Malatya/Doğanşehir yöresinde iskana zorlanan Atmalı Oymakları, göçebe oldukları için iskana karşı çıkmışlar. Asker nezaretinde ve devlet tarafından, gündüzleri yaptırılan evler, geceleri oymaklar tarafından tekrar yıkılmakta idiler. Atmalı Oymaklarının geçimini erkekler temin etmekteydi. Kadınların dağlarda çalıştırılması ayıp karşılanırdı. Uzun süreli askere alınacak erkeklerin aileleri mağdur olacaktı. Bu sebeple erkekler ailelerini riske sokmamak için, askere gitmek istememişlerdir. Askerlik yapmak ve iskan edilmek istemeyen Atmalı Aşireti, göçe karar verir. Göç için kullanılan at ve develer devlete verildiğinden, sığırlarla göç etmek zorunda kalmışlardır. Yazları Malatya, Arapkir, Arguvan ve Doğanşehir’den, Suriyenin Çit-ü Çimen, Hama ve Humus yöresine göç ederken sığırları yorulan Atmalı Aşiretinin bir kısmına GOVASTİ denilmiş, sığırları yorulmayıp göçe devam edenlere GOVGUR demişler.
Van/Gürpınar ilçesinden Bırruki Aşiretine mensup İsmail GÜMÜŞ e göre; Atmalı ve Bırruki kardeştir. Göç edemeyip, inekleri yorularak Anadolu’da kalanlara Govasti, İnekleri yorulmadan, Azerbaycan taraflarına göç edenlere Govgur demişler. Gurmançca GO İnek manasına gelir. VASTİ yoruldu manalarına gelir. GUR Kurt manasına gelir. Buna göre Govasti İnekleri yorulan, Govgur ise inekleri yorulmayan, tam aksine Yiğit Kurt gibi olan anlamına gelmektedir.
Oğuzlarda ordulaşma sisteminde 12 ve 24’lü teşkilatlanma vardır. Atmalı da da 12’li sistem vardır. Altı Oymak Govasti Altı Oymak Govgur. Veya Altı Oymak Alevi, Altı Oymak Sünni şeklinde eşkilatlanmasını yapmıştır. Govastiler Güneydoğu Anadolu da Pazarcık, Besni, Gölbaşı, Elbistan, İslahiye yörelerini, İç Anadolu’da; Konya, Ankara/Haymana/Bala, Kırşehir, Sivas/Gürün, Tokat, Yozgat, Doğu Anadolu da; Ağrı/Patnos, Erzurum, Erzincan, Elazığ, Tunceli, Bitlis,Van/Erciş ve Gürpınar yörelerine dağılmışlar.
İslahiye’ye bağlı Atmalı Köyünde Govastiler oturmaktadırlar. Atmalıların en yaşlıları buraya yerleştikleri için, Kürtçe adına KOLIKON demişler. Yazın Halep, Şam, Hama, Humus (Çit-ü Çimen), Beyrut’a göç eden Govgurlar, kışa doğru Anadolu’da Arapkir, Doğanşehir, Arguvan, Elbistan, Pazarcık, Besni ve Gölbaşı yörelerine göç ederlerdi.
Atmalı Aşiretinin asıl merkezini Malatya, Elbistan, Besni, Gölbaşı ve Pazarcık yöreleri teşkil eder. Malatya, Pazarcık, İslahiye Atmalılarının dışında, daha sonraları edindiğimiz bilgilere göre, Ağrı/Patnos ve Van/Erciş/Çaldıran/Gürpınar ilçelerindeki Atmalılara ATMAN veya UTMAN dediklerini öğrendik. Muş-Siirt arasında yaşayan Atmalılara ATMANAKİ diyorlar. Urfa/Bozova’da 27 tane ATMAN Köyü vardır. Urfa’da dernek kurmuşlar. Başkanları Aziz BABACAN ile tanıştık. Suruç’a bağlı iki sınır köyün adı ATMANAKİ olarak geçmektedir. İslahiye bölgesinde 10 kadar Atmalı köyü vardır. Şam’da tamamı Atmalı olan bir mahallenin var olduğunu duyduk. Sivas/Gürün’de Mağıkan Oymağından bir bölüm yaşamaktadır. Konya/Cihanbeyli’de Atmalı, Ankara/Bala ve Haymana, Çiçekdağı’nda Atmalı olarak değil de, Govasti olarak biliniyorlar. Irak ‘ın Zağo bölgesinde Atmalı/Atmi olarak anılıyorlar ve Yezidi olarak yaşayanların varlığını öğrendik. Sadece Gaziantep şehir merkezinde 20 bin dolayında ATMALI yaşadığına göre, saydığımız bölgelerde bir milyon Atmalı olabileceği tahmin edilmektedir. Atmalı, Sinemilli, Celikanlı, İfrazlı, Çakallı ve Bereketli Aşiretleri, Rişvan’a bağlı kollardır. Celali Aşireti; KHALIKAN ve SAKASUN olarak ikiye ayrılmaktadır. İslahiye’ye bağlı Atmalı Köyünün Gurmança adı KOLIKON, yani İHTİYARLAR köyüdür. Burada Atmalıların Celalilerle de akrabalığı ortaya çıkmaktadır. Celikanlılar da Celalilere akrabalık çıkarmaktadırlar.” (http://yavuzatmaca.tr.gg/)
Yukarıda da geçtiği gibi, Beydililer 1691’de Avusturya Seferi’ne çağrılmışlar, 1692’de ise Rakka’ya yerleşmeye zorlanmışlardır. Öyle anlaşılıyor ki, 1690-91-92 senelerinde bir yandan Avusturya’ya karşı askere alınan, diğer yandan Rakka’ya kısmen askerî nedenlerle yerleşmeye zorlanan ve ayrıca belki 1702 yılı sonrasında da iskâna ve Arap eşkıyalara karşı bir tür ‘koruculuğa’ icbar edilen Beydililer ve bu arada Atmalılar, bir yandan yerleştirilmek istenildikleri yerdeki farklı yaşam biçimine ve coğrafyaya alışkın olmadıkları için, diğer yandan devlet tarafından sık sık askerî hizmete çağırılmaları yüzünden ailelerinin güvenliğinin risk altında olacağı kaygısıyla, devletin dikkatini çekmeyecek küçük gruplar halinde uygun yerlere yerleşmek ve kendilerini unutturmak için göçe karar vermişler, böylece Ankara’dan (Haymana) Konya’ya kadar geniş bir coğrafyaya dağılmışlardır.
Ancak, Bektaş Topal’ın “Osmanlı Devleti, Atmalı Aşiretinden at ve deve toplatmıştır” şeklindeki ifadesi, 1577 yılında yaşanan bir olayı akla getirmektedir: “ 1577 yılında Osmanlı’dan Halep Türkmenleri grubuna şöyle bir yazı gelmiştir. Yazıda Beydili boyuna mensup Türkmenler devlete isyan edip isyankâr ruhlu Ebu Eris ve oğluna yardımcı oldukları bildirilmiştir. Ayrıca Sincanlu, Karaşeyhlu ve Coplu obalarının yağma yaptığı, yol kesip kervanları soydukları ifade edilmektedir…. Yine böyle bir zamanda Osmanlı veziriazamı Hüsrev Paşa biriken borçları yüzünden Beydili Obası’nın on bin koyunu ile yüzden fazla devesine el koymuştur.” (Mehmet Öztürk, Oğuz Türkleri, s. 264.) Karaşeyhlu’nün Atmalı’ya bağlı gösterildiği daha önce ifade edilmişti. Asker isteme durumu 1690’larda Avusturya’ya karşı olmuş, yine aynı dönemde Rakka’da iskân edilmeleri gündeme gelmiştir.
Bütün bunlar, Beydililer’in ve Atmalılar’ın, 1690-91-92’de ve 1702 sonrasında bir yandan göçe zorlandıklarını, diğer yandan kendi istedikleri yerlerde ikâmet edebilmek ve devletin taleplerinin muhatabı olmaktan kurtulabilmek için gönüllü olarak göç etmeye karar verdiklerini ortaya koymaktadır. İslahiye gibi muhitlere yerleşen Atmalılar’ın orada kalmalarının nedeni, Prof. Dr. Halaçoğlu’nun ve Bektaş Topal’ın aktardığı bu gelişme olmalıdır. Bektaş Topal’ın “Yazları Malatya, Arapkir, Arguvan ve Doğanşehir’den, Suriyenin Çit-ü Çimen, Hama ve Humus yöresine göç ederken sığırları yorulan Atmalı Aşiretinin bir kısmına GOVASTİ denilmiş, sığırları yorulmayıp göçe devam edenlere GOVGUR demişler” şeklindeki ifadeleri de, Halaçoğlu’nun Beydililer’in yaşam biçimiyle ilgili olarak aktardığı bilgilerle örtüşmektedir.
Ahmed Refik Altınay’ın aktardığı belgelerle birlikte düşünüldüğünde, Bektaş Topal’ın anlattığı göç durumunun 1690’larda yaşandığı söylenebilir. Çünkü bu dönem hem iskâna zorlandıkları, hem de savaşa çağırıldıkları bir dönemdir. Divan-ı Hümayun mühimme defterlerinde yer aldığına göre, Yeni İl’de yaşayan aşiretler, Viyana Bozgunu’ndan sonra ortaya çıkan sarsıntılı yıllarda Avusturya’ya karşı savaşa çağırılmışlardır. (A. R. Altınay, Anadolu’da Türk Aşiretleri: 966-1200, İstanbul: Devlet Matbaası, 1930, s. 80). Ancak, savaşa çağırılmalarına rağmen, bölge halkından (Yeni İl Türkmenleri) savaşa iştirak eden sayısı fazla olmamıştır (A.g.e., s. 90). Mehmet Öztürk, katılanlar hakkında bilgi vermektedir (Oğuz Türkleri, İstanbul: Ledo Yayıncılık, 2007, s. 263-267). Rakka’ya iskân edilenler ise, yerlerini terk edip Anadolu’ya dağılmışlardır (A. R. Altınay, s. 100). Bunun ardından, Rakka’dan kaçıp Anadolu içlerinde dolaşan aşiretlerin toplanarak iskan edildikleri mahalle götürülmelerine dair pekçok Divan-ı Hümayun hükmü yayınlanmıştır (A.g.e., s. 108, 117, 121, 166, 171, 178, 179, 202). İnternette yer alan bir metinde de şöyle denilmektedir: “1691-1699 tarihleri arasında yoğun olmak üzere, Osmanlı yönetiminin bu aşiretleri ısrarla Antep, Kilis ve Urfa’nın güneyine Halep’in kuzeyine yerleştirmek istemesine karşılık bu aşiretlerin (Elbeyli aşireti başta olmak üzere, Sinemilli, Atmalı, Kılıçlı vd) her defasında isyan ve baş kıldırarak yaylak ve sulak yerlere yani bu günkü yerleşim alanlarına gelmeleri onların göçebe-hayvancılıkla iştigal ettiğini göstermektedir. Çok daha eskilerden gelen bu kültür halen de azalarak olsa devam etmektedir. Bu alışkanlık bağlamında, yakın zamana kadar büyük kitleler halinde Pazarcık ve çevresindeki sürü sahipleri (bir sürü 300 küçük baş hayvandan meydana gelir) bahar aylarından itibaren kuzeydeki yüksek dağlara özellikle de Engizek dağına çıkmak suretiyle Güz sonuna kadar orada kalırlardı. Bu günde aynı şekilde yaylaya çıkan grupların olduğu bilinmektedir. Bu yer değiştirmeler belli bir yol izlenerek gerçekleşir. Ziyaret tepesinin doğusundan geçen, Büyük Pınar’dan Aksu’ya, oradan da Engizek Dağına ulaşan yol yöremizde ‘Göç Yolu’ olarak adlandırılmıştır.” (http://tarihveegitim.blogcu.com/pazarcik-tarihi-bolum-2/6363188)
Ancak, bölgedeki Atmalılar’ın (hepsinin değilse bile önemli bir bölümünün) Rakka’dan değil, komşu beldeler olan asıl yurtlarından geldiklerini düşünmek daha mantıklı görünmektedir. Nitekim aynı metinde şöyle denilmektedir: “Özellikle Pazarcık bölgesindeki konar göçerlerin bu gün Suriye sınırları içinde bulanan Rakka, Menbiç ve Halep taraflarında iskan edilmiştir. Rakka eyalatinde iskan edilen Türkmen İlbeyli aşireti Pazarcık Ovasına yerleşmişler, ancak burada yerli halka zulüm yaptıklarından dolayı eski yerlerine gönderilmeleri için 1703 yılında Rakka Beylerbeyi Elhac Mehmet Paşaya ferman gönderilmiştir (MAD. Num.8458- sa.181) Engizek dağında yaylayıp, Pazarcık’ ta kışlayan İl beyli (ilbeylü) aşireti ahali üzerinde yaptığı baskılar karşısında önce Suriye deki Menbiç’e iskan edilmesine rağmen, sonradan Maraş ve çevresinde oturmak ve oturdukları bu yerleri şen ve abadan(mamur) etmek üzere, 1704 tarihinde Maraş Beylerbeyine ve kadısına izin verilmiştir (Maliyeden Müdevver Defteri num. 8458-sah. 98). Yine Cengiz Orhonlu’nun eserinde belirtildği gibi; Kuşcu Ceridi (Çağlyan Cerit - Küçük Cerit ve Yumaklı Cerit köyü yerleşik halkı) ile Kılıçlı Aşireti Pazarcık’a yerleştirilmiştir. Bu tür yer değiştirmeler ve zorla iskan edilme olayları özellikle 1691-1696 tarihleri arasında sistematik olarak gerçekleşirken aralıklarla devam etmiştir.. Pazarcık yöresindeki Türkmen aşiretleri ve cemaatlerinin bir çoğunun bu şekilde sık sık zorla iskan edildiği ve buna rağmen güneydeki Suriye topraklarında su ve yaylak yetersizliğinden dolayı hayvancılıkla geçinen aşiretlerinin devletin bütün önlemlerine rağmen yine Anadolu’ya göç ettiği bilinmektedir. Bu göçler sonucunda, Pazarcık’a (Bağdını Kebir ve Bağdını Sagir) yerleşenlerin Oğuzların Bayat Boyuna bağılı İl Beyli oymağı (aşireti) olduğu bilinmektedir.” (http://tarihveegitim.blogcu.com/pazarcik-tarihi-bolum-2/6363188)
Bu çerçevede, 1696’da Yeni İl’den Orta Anadolu’daki Bozok yöresine yerleşenler olduğu da bilinmektedir (Yakup Altın, Arşiv Belgelerine Göre Kırıkkale: Oymak-Aşiret-Cemaatler, 3. b., Ankara: Belen Yayıncılık, 2008, s. 365). Yine, Rakka’daki yerlerini terk eden Cerit aşiretinin Bozok, Kırşehir, Keskin ve Çiçekdağı taraflarına dağıldıkları belirtilmektedir (A.g.e., s. 364).
Aşiretlerin iskânında özellikle 1691-1696 yılları arasının önem taşıdığı görülmektedir. Atmalılar’ın yaşadığı Yeni İl halkı, iskân edilmek istenenler arasında yer alıyordu. Orhonlu şöyle demektedir:
“Yeni-il Türkmenleri, Üsküdar’daki Valide Sultan evkafının reayası idiler; bu sebepten kaynaklarda bazen Üsküdar Türkmeni veya Üsküdar evi şeklinde geçmektedir. Sivas’ın güneyinde bügünkü Kangal kazasının bulunduğu yerleri kaplıyorlardı…. Haleb Türkmenleri de aynı evkafın mukatasına dahil idiler. Sivas taraflarına yaylağa çıkmakta ve orada Dulkadirli teşekkülleri ile beraber Yenil-il’i meydana getirmektedirler.” (Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğu’nda Aşiretleri İskân Teşebbüsü: 1691-1696, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 1963, s. 15.)
Orhonlu şunları da söylemektedir: “Haleb Türkmenleri ve Yeni İl haslarına tabi bulunan oymaklar, yazın Arapgir, Canik, Divriği, Bozok, Çorum, Amasya ve Sivas sancaklarında yaylayıp, kışın Şam taraflarına konup göçerek kışlak yaparlardı.” (A.g.e., s. 15, dn. 21.) Yeni İl’den kasıt, Sivas’ın güney ve güneydoğusuna düşen Darende, Alacahan, Kangal gibi muhitlerdir. Faruk Sümer, Sivas’ın güneyindeki Mancılık (Mancınık) köyü ile Gürün ve Hekimhan üzgeni arasındaki bölge olarak gösteriyor. Uzun Yayla’yı da Yeni İl sınırları içinde gösterenler var. Hekim-han’ın kuzey doğusunda ve Alaca-han’ın güney doğusundaki Yellüce dağının da Yeni-İl’in en ünlü yaylalarından biri olduğu belirtilmektedir. Yeni-İl, mâlî bakımdan III. Murad’ın anası Nur-Bânû’nun Üsküdar’da yaptırdığı câmiin evkafına bağlandığı için vesikalarda Yeni İl Türkmenleri’ne “Üsküdar Türkmeni” de denilmektedir. (http://www.mengensofular.com/?q=content/view/75/10)
Öte yandan Darende’nin Başkaya (Melikler) köyünde yaşayan yaşlı bir akrabamızın anlattığına göre, Atmalılar’dan bazıları Haymana tarafına gitmişler, bazıları ise, öküzleri yorulduğu (Govasti) için gidememişlerdir. Yine onun ifadesine göre, Adana taraflarına giden, fakat o havaliyi sıcak buldukları için geri dönenler olmuştur.
Ancak, Mehmet Demir Atmalı ile İbrahim Uçar, bazı çelişkili beyanlarda da bulunmaktadırlar. Bir yerde şöyle demektedirler: “Anadolu’dan Kafkaslara göç ederken, inekleri yorularak Anadolu’da kalanlara GOVASTİ, inekleri kurt gibi yiğit olup da Azerbaycan civarına kadar göç edenlere GOGUR demişler. Celikanlılar da GOVASTİ’lerdendir.” (http://atmalilar.org.tr/forum/index.php?topic=70.0) Yukarıda ise, çelişkili biçimde şu ifadeler geçiyordu: “Yazları Malatya, Arapkir, Arguvan ve Doğanşehir’den, Suriye’nin Çit-ü Çimen, Hama ve Humus yöresine göç ederken sığırları yorulan Atmalı Aşiretinin bir kısmına GOVASTİ denilmiş, sığırları yorulmayıp göçe devam edenlere GOVGUR demişler.”
Anadolu’dan Kafkaslar’a gidenler bulunduğunu söylemek için bir neden bulunmamaktadır. Tam aksine, daha sonraki süreçte Kafkaslar’dan Anadolu’ya göç yaşanmıştır. Azerbaycan’a yerleşim ise, Beydili boyu için sözkonusudur; ancak Atmalılar’ın içinde yer aldıkları Halep Türkmenleri kolu için bu söylenemez. Halaçoğlu’nun ifadesiyle, “Suriye’deki Beydililer Bozok kolunun önemli boylarından biri olmuş, bu koldan bir boy İran’a giderek Safevî Devleti’nin kurulmasında rol oynarken diğerleri Yeni İl ile Halep Türkmenleri içinde ve İç İl [İçel] yöresinde yurt tutmuşlardır.” Bu durumda İran’a gidenlerin, Safevî Devleti’nin kuruluşunda rol aldıklarına göre, 1400’lü yılların sonunda ya da 1500’lü yılların başında göç ettiklerini kabul etmek gerekir. Yine Halaçoğlu’nun belirttiğine göre, Beydililer’in XVIII. yüzyılda İran devlet idaresindeki nüfuzları azalmış ve bu dönemde Azerbaycan bölgesinde yerleşik hayata geçmeye başlamışlardır. Larousse’da da aynı bilgi yer almaktadır.
Yusuf Halaçoğlu, Beydili boyunun, arşiv belgelerinde, Kürt Beğdilisu cemaati şeklinde adlandırıldığını da söylemektedir [Yusuf Halaçoğlu, Anadolu’da Aşiretler, Cemaatler, Oymaklar (1453-1650), Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2009, C. 1, s. XXIV]. Yine, Yeni İl ve Halep Türkmenleri’ne tabi Badıllı (Beydili) boybeylerinden bahsedilirken, “Vesair Rum’da olan Ekrad taifeleri ve Çorum Kürdü ihtiyarları” ifadesinin kullanıldığını aktarmaktadır (C. 1, s. XXVI). Halaçoğlu’nun belirttiğine göre, Türk ya da Türkmen oldukları kesin olarak bilinen pekçok topluluk Kürt olarak adlandırılmıştır. Bu çerçevede, “Ekrâd-ı Türkmenân ya da Türkmân-ı Ekrâd” tabirlerinde geçen “ekrâd”ın (Kürtler), dağlı, göçebe ya da yörük anlamına geldiğini söylemektedir (C. 1, s. XXV). Halaçoğlu, Kürtler’le ilgili kayıtların ise arşivlerde Kürt adıyla değil, doğrudan aşiret ismiyle yer aldığını, bunlar için ayrıca “Ekrâd” ifadesinin kullanılmadığını ifade etmektedir. İnternette yer alan bir metinde şunlar da belirtilmektedir:
“… arşiv belgelerinde ‘Beğdili-Beğdilü-Beğdilli-Beğdillü -Badıllı- Badilli’ler hakkında otuz sekiz (38) belgenin on sekizinde (18) ‘Türkmen Taifesi’ kullanılmıştır. Altı (6) belgede ‘Konar-Göçer Türkman Taifesi’, beş (5) belgede ‘Konar-Göçer Türkman Ekradı Taifesi’, iki (2) belgede ‘Türkmanı Yörükan’, iki (2) belgede ‘Konar-Göçer Türkman Yörükan Taifesi’, bir (1) belgede ‘Yörükan Taifesi’, bir (1) belgede ‘Türkman Ekradı’, iki (2) belgede ise ‘Ekrad Taifesi’ kavramı kullanılmış olup, bir (1) belgede ise aşiretin bağlı olduğu taife belirtilmemiştir.
“Osmanlı arşiv belgelerinden ‘Ekrad’, ‘Kürt’, ‘Türkman’ ve ‘Yörük’ kavramlarının hangi amaçla kullanıldığı açıkçası anlaşılmamaktadır. Mesela Osmanlı arşiv belgelerinde ‘Ekrad-ı Çorum’ halkı ‘Türkman Taifesi’, ‘Türkmanlar, Türkmanlı’da “Yörükan Taifesinden” olduğu belirtilirken, ‘Türkman, Türkmanlı’ ise “Türkman Taifesi” olarak ifade edilmiştir. ‘Ekrad- Milli’ ‘Ekrad Taifesinden’, ‘Milli’, ‘Millili’ ise ‘Türkmanı Ekradı Ulus Taifesinden’ olarak tanımlanmış. ‘Milli Türkman’ ise ‘Türkman Ekradı Taifesi’ olarak zikredilir. ‘Hacılar Ekradı’ için de ‘Türkman Taifsinden. Bozulus Türkman Aşiretinden’dir denmiştir. ‘Karacakürd, Karacakürdlü, Karaca Kürd, Karacakürd, Karaca Kürd. Karacakürd, Karacakürdlü’ kavramları bir yerde ‘Yörükan Taifesinden’, bir diğerinde ‘Konar-Göçer Türkman Taifesinden’, ‘Konar –Göçer Türkman Taifesinden. Karaca Kürd Oymağı, Boynuinceli Aşiretindendir’ denilirken, bir başka yerde de ‘Karacakürd Cemaatı, Danişmentli Aşiretindendir’ denilmiştir. ‘Kürdler’ ise ‘Türkman Ekradı Yörükan Taifesinden’ olarak tanımlanır. ‘Kürmanc’lar bir yerde ‘Yörükan Taifesinden’, olarak ifade edilirken, diğer bir yerde de ‘Konar-Göçer Türkman Taifesinden. Kürmanc Cemaatı, Bozulus Türkman Aşiretindendir’ denmiştir. Bir başka ilginç örnek de ‘Recebli Afşarı Ekradı, Recebli Afşarı Torunları, Recebli Afşarı’ için kullanılmıştır. Mesela ‘Recebli Afşarı Ekradı’, ‘Ekrad Taifesindendir’ denilirken, ‘Recepli Ekradı Afşarı Torunları’ ve ‘Recebli Afşarı’, ‘Türkman Taifesinden’ olarak ifade edilmiştir….
‘Kürt’ ‘Ekrad’ kavramı hakkında belki de en ilginç ve dikkate değer açıklamayı sanırız ilk defa ‘XVI. Yüzyılda Çemişgezek Sancağı’ adlı eserinde Ünal, ‘Ekrad’ kavramını etnik bir grup olarak değil de “konar-göçer” anlamında kullanmıştır (Ünal, M. A., XVI. Yüzyılda Çemişgezek Sancağı, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara, 1999, s. 75). Ayrıca ona göre ‘Osmanlı Tahrir Defterleri’nde konu hakkında yeterli bilgi bulmak her zaman mümkün değildir. Çünkü Ünal’a göre ‘defterlerde yer alan bu hususa müteallık bilgiler bazen hatalı ve yanlış ve dolayısıyla yanıltıcı olabilmektedir. Tahrir memurlarının yeterli bilgiye sahip olmamaları, genelleme alışkanlıkları, bugün bizim bazı kavramlara yüklediğimiz manaların XVI. yüzyılda farklı oluşu ve Osmanlı’nın bunu farklı ele alışı gibi hususlargöz önüne alınmadan bu konularda yapılacak değerlendirmelerde gaima hataya düşme ihtimali vardır kanaatindeyiz. Mesela, bugün etnik anlam verilen “Ekrad” kelimesi, çok defa bu manada kullanılmamıştır’ (Ünal, s. 55). Ünal’ın bu görüşünü doğrularcasına McDowwall da şöyle der: ‘MS 7. yüzyılındaki Arap yayılması döneminde “Kürt” sözcüğü göçebeleri ifade etmek için kullanılıyordu. Bu nedenle, etnik olmaktan çok sosyo-ekonomik bir anlam taşıyordu’ (McDowall, D., Kürtler (Uluslararası Azınlık Hakları Raporu), Avesta Basın Yayın, İstanbul, 2000, s. 29). Ayrıca McDowal’a göre ‘bazı Arap, Ermeni, Asuri ve Pers (ve daha sonra Türkmen) aşiretlerinin kültür ve dil olarak Kürtleşmiş olduklarına kuşku yoktur. Böylece Kürt etnik kimliği tek bir ırksal kökene işaret etmemektedir’ (McDowall, s. 29).” (http://www.haberakademi.net/haberyaz.asp?hbr=1311)
Öte yandan, Mehmet Demir Atmalı ile İbrahim Uçar’ın yazısında geçen ve İsmail Gümüş’e ait “Atmalı ve Bırruki kardeştir” şeklindeki ifade herhangi bir temele dayanmıyor gibi görünmektedir. Bu yönde bir belge de mevcut değildir. Atmalıların altısı sünnî ve altısı da alevî olmak üzere 12 oymak şeklinde teşkilatlandığı iddiası da gerçekçi görünmüyor, bir kurmaca olduğu izlenimi veriyor. Ancak “Atmalı Aşiretinin asıl merkezini Malatya, Elbistan, Besni, Gölbaşı ve Pazarcık yöreleri teşkil eder” şeklindeki ifade, İslahiye ve diğer yörelerdeki Atmalılar’ın kökeninin Malatya’ya (Arapgir’e) dayandığını göstermektedir. Atman isminin Atmalılar’la bir ilgisinin bulunduğu, arşiv belgelerine dayanılarak söylenebilir, fakat Utman ve Atmanaki isimleri ile Atmalı arasında ilişki kurulması, belgeden yoksun ve zorlama bir yakıştırma gibi görünmektedir.
Yukarıda geçtiği gibi Atmalılar’ın kökenini İran’ın Kaşan kentine dayandıran Hüseyin Ecer ayrıca şunları yazmaktadır:
“… İlhanlı devletinin son bulması ile birlikte Beyler savaşı olarak tabir edilen süreçte Daşt-e Kavir’den ata topraklarımıza geri dönüşümüzdür ve o dönem egemenlik sağlayan DULKADİROĞLU beyliği sınırları içinde yer alan topraklarımıza yerleşmemizdir. Gürün-Sarız-Akçadağ-Kürecik-Doganşehir-Elbistan-Gölbaşı-Besni-Pazarcık-Afşin yaylalarına hakim olduğumuz ve bir kısım ailelerin Suriye-Halep üzerine gidip geldiğidir. Halep’te yasayan akrabalarımızla diyaloglarımız 1960’lı yıllara kadar devam etmiştir. Alxas-Tofkiror-Sinemilli-Kaşanlı-Kistik gibi bugün asiret olarak bilinen yapılaşmalar kullanmasalar da son bağ olarak halen kendilerini ATMİ olarak ifade ederler, oysa ATMİ sıfatını günümüze aşiret ismi olarak taşıyan tek yapılaşma KAŞANLI’lardır. Kendimizi ifade ederken Atmi degil KAŞANLI olarak belirtiriz, bu da İran Kaşanlı’dan (Daşt-e Kavir, Türkçesi TAŞLI OVA) geldiğimizin ifadesidir. Bununla birlikte RAŞİ olduğumuzun bilincini her dönem bir sonraki kuşaklara taşımışızdır…. Raşiler olarak dilimiz Kırmanci ya da Kürdi değil Kurmanci’dir…. Kurmanci ise Raşilerin kullandığı e yerine a, i yerine u gibi sessiz seslilerin kullanıldığı, fonetik olarak gırtlaktan telaffuzla seslendirilen Kürtçe’nin lehcçesidir. Bu ayrımı ancak Kurmanci ve Kirmanci kullanan iki farklı kişiyi karşılaştırdığınızda görürsünüz.” (http://www.facebook.com/topic.php?topic=9634&post=53804&uid=32929115806)
Gerçekte Hüseyin Ecer’in yazdıkları, Kaşanlı ve Beydilili kökenlere ait olayların birbirine karıştırılmış biçimi durumundadır. Konunun daha iyi anlaşılması için basit bir misal vermek gerekirse, Malatyalı bir erkekle Manisalı bir bayan evlendiğinde soylarından gelen kişilerin hem Malatyalı dedelerine, hem de Manisalı atalarına dayanan bir aile tarihçesi olacaktır. Şayet dikkat etmezlerse, olaylar kuşaktan kuşağa aktarılırken, Malatyalı kökenlerine ait özellik ya da olayları Manisalı kökenlerine izafe edebilirler, veya tersi de olabilir. Atmalılar’ın da elbette sadece kendi aralarından evlilikler yapmaları gibi bir durum söz konusu değildir. Belli bir tarihten sonra geniş bir coğrafyaya yayıldıkları için farklı çevrelerle içli dışlı olmuş durumdadırlar. En iyi bilinen örnek, içlerinden bazılarının Kaşanlılar’la kurdukları akrabalıktır. Hüseyin Ecer’le aynı durumda olanların Kaşan kökenli olduklarını söylemeleri doğaldır, fakat bu, Atmalılar’ın da Kaşanlı oldukları anlamına gelmez. Atmalı olup da kökenini (Cengiz Hortoğlu ve bazı Darendeli Atmalılar gibi) Horasan’a dayandıranlar da var. Elbistan ve Arguvan Atmalıları’nın bazılarının da Barazi/Berezi’ye dayandırdıkları görülmektedir. Benim gibi Malatya civarı dışında bir köken işitmemiş olanlar da mevcut. Ancak, Hüseyin Ecer’in “Gürün-Sarız-Akçadağ-Kürecik-Doganşehir-Elbistan-Gölbaşı-Besni-Pazarcık-Afşin yaylalarına hakim olunması ve bir kısım ailelerin Suriye-Halep gelmesi” tespiti genel olarak Beydili boyu için doğrudur, Atmalılar için değil. Öte yandan, Alhaslılar, Karahasanlılar ve Kistikler gibi toplulukların kendilerini Atmalı (Atmi) olarak adlandırmamaları, buna ihtiyaç duymamalarından, daha doğrusu bu adın işlevsel olmadığı için terk edilmesinden ve bir süre sonra unutulmasından kaynaklanmaktadır. Basit bir örnek vermek gerekirse, bir Malatyalı, Malatya’da kendisini “Malatyalı” olarak tanıtmaz, ilçe, köy veya mahallesinin adını söyler. Atmalılar’ın farklı sülaler halinde yoğun olarak yaşadığı bir yerde de, Atmalı adını kullanmak fazla bir anlam ifade etmeyecektir. Sinemilliler ise, Atmalı değildir, ayrı bir aşirettir. Nitekim Mareşal Moltke de bu ikisinden ayrı aşiret olarak söz etmektedir.
Hüseyin Ecer’in ifadelerinden, atalarının bir bölümünün, İran’ın Kaşan kenti yakınında, Deşt-i Kevir’de (Kevir Çölü) göçebe olarak yaşadıkları ve oradan Malatya tarafına geldikleri anlaşılmaktadır. Bu durumda, en azından Kaşanlı kökenlerinin kesin olarak Türk ya da Türkmen olduğunu kabul etmek gerekir. İranlı Kürtler orada değil, güneyde yaşarlar. Bununla birlikte, Farsça ile Kürtçe birbirine yakın diller oldukları ve pekçok kelime ortak olduğu için, onların baştan beri Farsça’ya ve dolayısıyla Kürtçe’ye bir yatkınlıklarının bulunduğunu düşünmek gerekir.
Burada dikkat çekilmesi gereken diğer bir husus şudur: Bugün olduğu gibi Türklük ve Kürtlük şeklinde bir “üst kimlik” düşüncesinin bu topraklardaki tarihi 100 seneyi geçmemektedir. Geçmişte aşiret kimliği daha ön planda olmuştur. Dil konusunda da günümüzde olduğu gibi bir hassasiyet yoktu. Osmanlı’da Türk kimliğinin öne çıkarılması, 19. yüzyıl sonlarında, önce İstanbul’da, aydınlar arasında başlamıştır. Bunların da Türkçülük yapmakla birlikte genellikle köken olarak Türk olmamaları dikkat çekmektedir. Mesela Ahmet Vefik Paşa bu durumdadır. Cumhuriyet döneminde de, Tekin Alp (Moiz Kohen) gibi isimlerin Türkçülüğün teorisini yapmaya çalıştıkları görülmüştür. Ziya Gökalp’in de önce Kürtçülük yaptığı, sonra Türkçülük yapmaya başladığı bilinmektedir.
İnternette, Darende’nin Akbaba köylüleri tarafından hazırlanmış şöyle bir metin de bulunmaktadır:
“ATMALI (BEGİL) AŞİRETİNİN ÇIKIŞ NOKTASI
“Akbaba Asya kuzey Ergenekon Bölgesinden 1700 tarihinde çıkış yapıldı. Irak üzerinden batıya doğru hareket edildi. 1750 yılında Diyarbakır Silvan ilçesinde konaklandı.
“1800’de Türkmen aşireti ve Begil aşireti arasında kan davası oldu. Begil (Atmalı) aşiretinden 500 aile Harput-Elazığ Fırat nehrinin yanına çadırlarını kurdular. Konakladıkları Yazıhan ilçesinde Setiroğlu aşireti ile dost olmuşlardır. Bu dostluğun sonucu olarak Begil aşireti Akbaba Dağı’nın çevresine kadar uzandılar. Begil aşireti yazları yayla yerine Hekimhan Yama Dağları’na konaklamışlardır. Kışın tekrar Akbaba Dağları’na göç ederlermiş. Ve hala da orada yaşamaya devam etmektedirler.
“Begil aşireti 500 hane olup zaman zaman bunlar batıya doğru göç ettiler. Göç noktaları Pınarbaşı, Melikgazi, Çiçeçdağı, Keskin ve Haymana Konya Hunak, Kadınhan, Emirdağ, Bilecik, Söğüt olarak bilinmektedir….”
“Şu anda Darende ilçesinde kalan Begil aşireti; Akbaba, Başkaya, Günerli, Borandır, Üçpınar, Hacoğullar, Kızılmağara, Kömüklü, Karıncalık, Kavaklar, Boyalı, Tullolar, Göynük, Ağılyazı, Kelhasan Uşağı, Kılıçdoğanlar (Gürün) Goluşık (Gürün), Böğrüdelik (Gürün) köylerinde Akbaba aşireti konaklamaktadır. Begil aşireti halkı son çıkış noktası Malatya, Osmaniye, Adana, Ankara, Nazilli (Aydın), İzmir, Manisa, Balıkesir, Bursa, İzmit, Antalya, İstanbul illerine göç etmişlerdir.” (http://www.radyodarendemkekec.tr.gg/)
Görüldüğü gibi bu metinde, birtakım gerçek dışı rivayetlerle yakın zamanlara ait ve doğru bilgiler iç içe geçmiş durumdadır. Ayrıca, yaşadıkları Akbaba köyünün isminden hareketle Atmalılar’ı Akbaba aşireti olarak adlandırabilmektedirler. Begil’den Beg-dili’nin (Beydili) kastedildiği anlaşılıyor. Ayrıca 1800’de Begdili (Atmalılar) ile bir Türkmen aşireti arasında kan davası yaşandığı iddia ediliyor. Bu rivayetin doğru olduğu kabul edilebilir, fakat tarih konusunda ihtiyatlı olmak gerekir.
Metinden anlaşıldığı kadarıyla, 1640’larda Arapgir’den ayrılmak zorunda kalan Atmalılar’ın önemli bir bölümü, güneyde, Malatya’nın Yazıhan ilçesi civarında konaklamışlar, burada bir aşiretle (Setiroğlu) dostluk kurmuşlardır. Bunun ardından da Ak(ça)baba Dağları’na (Darende’nin kuzeydoğusunda, Darende ile Hekimhan arasında yer alır) doğru uzanmışlardır. Bu bilgilerin doğru olduğu kabul edilebilir. Gerçekten de, benim dedelerimin yaşadığı yer, Akçababa Dağları’nda yer alan Kızılmağara köyüdür (Önceden Darende’ye bağlıyken, şimdi Kuluncak’a bağlı). Bu metinde Akçababa Dağları’na kısaltma yapılarak Akbaba Dağı/Dağları denilmesine benzer şekilde, bizimkiler sadece Akça Dağ adını kullanagelmişlerdir. Metinde adı geçen Kömüklü köyü, Kızılmağara’ya komşudur. Kömüklü’nün kuzeybatısındaki Temüklü’de de Atmalılar yaşamaktadır. Karıncalık, Kuluncak’a komşudur. Atmalılar’ın Kurşunlu köyüyle de ilgisi bulunduğunu, adı geçen Başkaya (Melik/Melikler) köyünden yaşlı bir akrabamız ifade etmektedir. Kızılmağara ve Başkaya’nın yanı sıra, adı geçen Tullolar (Tıllolar) köyünde de akrabalarımız bulunuyor. Metinde, Sivas-Gürün’ün Kılıçdoğan, Goluşık (?) ve Böğrüdelik köylerinde de Atmalılar’ın yaşadığı belirtilmektedir. Gürün-Ağaçlı köyünün (eski ismi Mahgen) halkının büyük bir bölümü Kahramanmaraş ili Pazarcık ilçesinden gelmiş olmakla birlikte Atmalı olup olmadıkları bilinmemektedir. Yozgat-Sorgun'a baglı Gökiniş ve Çekerek'e bağlı Cemaloğlu köylüleri kendilerinin 1783 senesinde Sivas, Malatya, Gürün çevresinden geldiklerini ve Atmanlı oymağından olduklarını belirtmektedirler. Malatya merkeze bağlı Dilek Kasabası’nda da Atmalılar yaşamaktadır. (http://atmalilar.org.tr/forum/index.php?topic=95.0) Şam'ın bir mahallesinin adının Atmalı olduğu ve sakinlerinin Atmalı aşiretinden oldukları da ileri sürülmektedir. Ayrıca Halep’te Hacı Mahmut Payaho adındaki ailenin de Atmalı olduğu belirtiliyor. (http://atmalilar.org.tr/forum/index.php?topic=94.0)
Dr. Ali Sayar, Atmalılar’ın Bektik Türkmenleri’nden olduklarını iddia etmektedir. Şöyle diyor:
“Beğdik, Beğdiki, Begdik, Bekdik, Bekduk,Bekdük, Bektuk,Bektuki, Begdük, Bektük, Bektuti, Beydik isimleriyle de anılan ve Oğuzlar’ın Bozok kolundan, Horasanî olan bu büyük uruk konar-göçer Türkmân Yörükânı taifesindendir. Yerleşme yeri; Niğde, Aksaray, Meraş, Karaman, Bozok, Kırşehri Sancakları, Danişmendlü Kazası (Karahisar-ı Sahib Sancağı), Gülnar Kazası (İçel Sancağı), Canik Sancağı, Haleb, Rakka, Adana Eyaletleri, Yeni İl Kazası (Sivas Sancağı), Konya-Ereğli Kazası (Konya Sancağı), Nevşehir Kazası (Niğde Sancağı), Eyübeli Kazası (Aksaray Sancağı)’dır. Bekdikler; Prof.Dr.Salim ÇÖHÇE ve eski Devlet Bakanı Mehmet ALTINSOY’a göre Avşar Boyundandır. Dulkadiroğlu Hakan Türker SARIÇİÇEK, Bekdikler’in Avşar olduğunu, ismini hatırlayamadığı bir kaynakta okuduğunu ifade etmektedir. J.Cuisenier, Bekdikler’in Avşar olduğunu yazar. Prof. Dr. Mehmet Eröz’e göre Eski Bulgar Türkleri’nin Hortu Oymağındandırlar. Muharrem BAYAR’a göre Bekdikler, Malazgirt Savaşında sol kolda savaşan Yağmur Bey’in Türkmenleri’nden olup Beğdili Boyundandır (Muharrem Bayar, kendilerinde bulunan tek nüsha el yazması olan ‘Aşıkpaşa Selçuknamesi’ne dayanarak bunu söylediğini ifade etti. Bolvadin’de kendilerini ziyaretimizde gösterdiği bu eşsiz kaynağın bir an önce tarih hayatımıza kazandırılması çok gereklidir.) Selçuk PEKER’e göre Beğdili’dir. Adnan Menderes KAYA, Ege Ün. Tarih Dergisi’nde ‘Avşar Bekdiği’ okuduğunu belirtti. 30 yıldır Bekdikler’i araştıran, Bekdikler’in Kara Bekdikler oymağından -ki bu oymak Dulkadiroğlu Suli Bey’in neslidir- Kazım SÜLLÜ’ye göre Bayat Boyundandır, ancak Kazım Süllü,bize Bekdikler’in Halep Beğlikli içinde yer aldığını ve Devlet Kethüda’ya bağlı olduklarını iletti ama Beğlikli’nin Beğlikli Avşarı olduğunu farketmedi diye düşünüyoruz. Cengiz ORHONLU ve Yusuf HALAÇOĞLU Beydil okumuşlardır. Refet YİNANÇ ve Cevdet TÜRKAY; Begtunlu, Begtanlu, Begtonlu, Bektoniye diye de okumuşlardır. 1563 Maraş Tahrir Defterinde Refet YİNANÇ-Mesut ELİBÜYÜK,bazı yerlerde Begtutulu, bazı yerlerde Bekdil, bazı yerlerde Begtuk, bazı yerlerde Begtunlu, bazı yerlerde Bağdatlı (aslı Beğdutlu) okumuşlardır. İbrahim SOLAK; Begdiz (görüşmemizde Begtik olabileceğini ilettiler zira Yinanç bu kelimeyi Bekdik ve Bekdil olarak okumuş) okumuştur. Tarihi vesikalarda ve yayınlanmış kitap ve makalelerde Bektik Türkmenleri farklı Aşiretler içerisinde gösterilmiştir.Cevdet Türkay Dânişmendlü Aşireti’nden; Tufan Gündüz Danişmendli Türkmenleri’nden; Cengiz Orhonlu Kara Bekdikleri (Kara Beydil), Şeyhlü’nün bir kolu olması lazım gelir diye yazmış.”
Ali Sayar, Bektikler’i bu şekilde tanıttıktan sonra, şunları da söylemektedir: “Ayrıca Kürtleşmiş Bekdikler de vardır, bunlar: Atmalu içindeki Bekler, Sadakalar, Kızkapanlı, Karahasanlı, Karalar ile Dudukan (Dudiganlı,Dudikanlı), Dunikan, Dudiran, Badikan (Baduki, Badiki, Batuki, Bazuki, Baziki, Biziki, Bazuklu, Bizeki, Bizikiler, Bazüklü,)’dır. Beritan Aşiretinin de Kürtleşen Bekdik olduğu söylenir.” (kizilcalilar.net/forumyazi/makalebekdik.doc)
Ancak, Ali Sayar, bu sonuca nereden vardığını söylemiyor. Kanaatimizce, Bektil’den kasıt, Cengiz Orhonlu, Yusuf Halaçoğlu, Refet Yinanç ve Mesut Elibüyük’ün okudukları şekilde bu kelimenin aslı Beyidili (Begdili) olmalıdır.


5. Mehmet Demir Atmalı bir başka yorumda daha bulunmaktadır:
“Prof. Fahrettin Kırzıoğlu “Kürtlerin Türklüğü” adlı eserinde Celalileri iki kola ayırtmaktadır. Biri Sakasun (Saka/İskitler), diğeri Khalikon (İhtiyarlar)dur. Sakalar, Hun kolundandır. Kholıkon’lar ise Atmalı Aşiretidir. Çünkü Nurdağı’na bağlı Atmalı Köyünün Kürtçe adı Kolıkon’dur. Malatya ve Pazacık’taki Atmalı, Sinemilli ve Demircilerin tamamı bu köyü Atmalı ile birlikte Kolıkon (İhtiyarlar) olarak bilirler. Biz burada Atmalı Aşiretinin Celalilere, bir başka deyişle Celikan Aşiretine bağlı olduğunu görmekteyiz. Bugüne kadar Atmalı Aşiretini direk Rişvan Aşiretine bağlamakta idik. Ancak Celikanlı da Rişvan Aşiretinin bir kolu olduğu için, Atmalı veya Kolıkon da dolaylı olarak Rişvan’a bağlı çıkmaktadır. Rişvan Aşiretinin de Urfa’da ‘Badıllı Aşiretine’ bağlı olduğunu daha önce yazmıştık. ‘Beg-Dili’ boyunun Kürtçe telaffuzu zor olduğundan, ‘Badıllı’ denilmiştir. Bey-Dili boyu da bildiğiniz gibi Oğuzların 24 boyundan biridir. Yani Celikanlı ve Atmalı Aşireti dolaylı olarak Türkmen Boyu olarak karşımıza çıkmaktadır.
“Malatya, Besni, Adıyaman’ın Çelikhan İlçesi, Kahramanmaraş Pazacık, Konya Cihanbeyli, Ankara Haymana’da ve Gaziantep Nurdağı ve İslahiye İlçelerinde, Nizip, Kargamış’da, Kilis’de, Suriye Kurt Dağı’nda Celikanlı Aşiretinin mensupları yaşamaktadırlar. Yine Rişvan’ın kolları olup da Celikanlılarla birlikte göç etmiş ve birlikte yaşayan kardeşleri vardır. En yakın kardeşleri Atmalı, İfrazlı, Berketli, Çakallı, Hamaldı, Delikanlı, Belikanlı, Melikanlı’dır. Yine Atmalı ve Rişvan kendi aralarında iki kola ayrılmışlardır. Anadolu’dan Kafkaslara göç ederken, İnekleri yorularak Anadolu’da kalanlara Govasti, İnekleri Kurt gibi yiğit olup da Azerbaycan civarına kadar göç edenlere Gogur demişler. Celikanlılar da Govasti’lerdendir.” (http://atmalilar.org.tr/forum/index.php?topic=70.0)
Bu yorumun doğru olması teorik olarak mümkünse de, salt bir köy isminden hareketle varılacak sonuçların doğruluğundan kesin olarak emin olunamaz. Kökeni ta İskitler’e kadar uzatmak ise mümkün görünmemektedir. Atmalı tabiri oldukça yakın zamanlara aittir. Yukarıda verilen bilgilerin doğruluğunu ispatlayacak hiçbir belge de mevcut değildir. Atmalı ile Rişvan ve Celikanlı arasında kurulan bağlantı da yakıştırma ya da tahmin gibi görünmektedir. Öte yandan, “Anadolu’dan Kafkaslara göç ederken, İnekleri yorularak Anadolu’da kalanlara Govasti, İnekleri Kurt gibi yiğit olup da Azerbaycan civarına kadar göç edenlere Gogur demişler” şeklindeki ifadeler, daha önce de belirtildiği gibi, aşağıdaki ifadelerle çelişmektedir: “Yazları Malatya, Arapkir, Arguvan ve Doğanşehir’den, Suriyenin Çit-ü Çimen, Hama ve Humus yöresine göç ederken sığırları yorulan Atmalı Aşiretinin bir kısmına Govasti denilmiş, sığırları yorulmayıp göçe devam edenlere Govgur demişler.” (http://yavuzatmaca.tr.gg/)
Ancak, Konya’dan İslahiye’ye kadar geniş bir alanda tekrarlanıyor olması itibariyle, bir “Govastilik” meselesinin bulunduğu kesindir. Bununla, Mehmet Demir Atmalı’nın “Yine Atmalı ve Rişvan kendi aralarında iki kola ayrılmışlardır. Anadolu’dan Kafkaslara göç ederken, İnekleri yorularak Anadolu’da kalanlara Govasti, İnekleri Kurt gibi yiğit olup da Azerbaycan civarına kadar göç edenlere Gogur demişler. Celikanlılar da Govasti’lerdendir” (http://atmalilar.org.tr/forum/index.php?topic=70.0) şeklindeki ifadeleri çerçevesinde, Govastiliği daha geniş boyutta ele almak, salt Atmalılar’a ait bir sıfat olarak düşünmemek gerekmektedir. Govasti kavramının, konar-göçer birçok aşiret ya da topluluk tarafından kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Darende’nin Başkaya (Melik, Melikler) köyünde yaşayan sözkonusu yaşlı akrabamızın anlattığına göre, Atmalılar’dan bazıları Haymana tarafına gitmişler, bazıları ise, öküzleri yorulduğu için gidememişlerdir, o yüzden bunlara Govasti denilmiştir. Yine onun anlatımına göre, Atmalılar’dan, Adana taraflarına giden, fakat o havaliyi sıcak buldukları için geri dönenler de olmuştur. Bunun, diğer yazılarda sözünü ettiğimiz Arapgir-Horan’dan göç olayından sonra yaşandığı anlaşılmaktadır.
Darende’nin Akbaba köyünde yaşayan Atmalılar’ın belirttiğine göre, Atmalılar’ın göç ettikleri yerlerden birini Konya-Yunak oluşturmaktadır (http://www.radyodarendemkekec.tr.gg/). İnternette yer alan Anadolu Ajansı mahreçli bir haberde geçen “Govasti” konusu, bu bilgiyle paralellik taşımaktadır:
“Konya'nın Yunak ilçesinin kuruluş tarihini geleceğe taşımak için bir grup vatandaş tarafından 2008 yılında çekimlerine başlanan 'Govasti' (Yorgun Öküz) isimli filmin tamamlanması için ilgi bekleniyor. Yönetmenliğini Bülent Bakır’ın yaptığı, senaryosu araştırmacı yazarlar ve Yunak tarihinden esinlenerek hazırlanan ‘Govasti’ (Yorgun Öküz) isimli 90 dakikalık filmi Yunak ilçesinin kuruluşu ve tarihini geleceğe taşımak için çektiklerini belirten Halil İbrahim Sapmaz, ‘2008 yılında ilçemizde görev yapan Yunak Kaymakamı Alper Tanrısever, dönemin Belediye Başkanı Hasan Ürün resmi kurum amirlerimiz ve Yunaklı esnaflarımızın destekleriyle 'Govasti' (Yorgun Öküz) filminin çekimlerine başladık. Yunaklı hemşerilerimizin de büyük ilgi gösterdiği film çekimlerinde Yunak’lı vatandaşlarımız rol aldı’ dedi. 1612 yılından günümüze Yunak ilçemizin kuruluşunu ve tarihini film karelerine aktararak çocuklarımıza filmi miras bırakmak istiyoruz diyen Sapmaz, ….” (http://www.istasyongazetesi.com/istasyon/Haberler.aspx?HaberNo=9414)
Yunak 1612 yılında kurulmuş olmakla birlikte, “Govasti” kavramı etrafında yaşanan yerleşimin daha sonraki tarihlerde gerçekleşmiş olduğunu düşünmek gerekmektedir. Nitekim bir başka metinde şu bilgiler verilmektedir:
“Merkeze ve bazı yakın köylere yerlesme 16. yy.dan sonra olmuştur…. 17. yy. başlarında ise tedricen doğudan batıya devam eden göçler sonunda Yunak bölgesine iskan olan 25 obadan 12’sinin bilbası, 12’sinin de Govasti [adını] taşıdıkları ve sırasıyla Hatırlı, Koçyazı, Meşelik, Sülüklü, Saray köylerini kurdukları … bilinmektedir.” (http://okulweb.meb.gov.tr/42/24/730042/yunak.html)
“Govasti” kavramına Konya-Kadınhanı’nın Sarıkaya köyünde de rastlanmaktadır. İnternette yer alan bir metinde şunlar söyleniyor:
“Sarıkaya Köyü nün kuruluşu ile ilgili tam bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak … birçok sebepten dolayı halkın iç bölgelere, batıya doğru göç etmesi sonucunda Çoğunlukla Malatya-Adıyaman tarafından gelenlerin yerleşmiş olduğu bir bölgedir. Daha sonra doğudan başka göçler de almıştır. İlk olarak ‘Govasti’ adını almışlardır. Göçler kağnılarla yapılmış ve şu anki yerleşim yerine gelindiğinde artık kağnıları çeken öküzler yürüyemez hale gelmişlerdir. Öküz yoruldu manasına gelen govasti ismi buradan gelmektedir. Bu nedenle son durak burası olmuştur. Daha sonra bazıları buradan başka yerleşim alanlarına göç etmişlerdir. Bahsettiğimiz diğer yerleşim alanları Sarıkaya’ya çok da uzak olmayan yerlerdir. Mevcut civar köyler. Yani Çayırbaşı, Sülüklü ve Yunak ilçesine bağlı bazı köyler…. Köyün ilk kuruluşunda akrabalar toplu olarak yerleşmişlerdir. Sımikilar, Turıkilar, Mamalılar, Qolalar gibi isimlerle anılırlar. Daha sonra nüfusun artmasıyla köy iyice birbirine karışmıştır.” (http://www.sarikayaliyim.tr.gg/SARIKAYANIN-TAR&%23304%3BH%C7ES&%23304%3B.htm)
Yukarıda anlatılanlar, Govastilik meselesinin Atmalılar’a ait bir konu olmadığını göstermektedir. Bu kavrama ayrıca Konya-Çeltik’in Adakasım köyünde de tesadüf edilmektedir. Ramazan Çavdar, köyle ilgili olarak şu bilgileri veriyor:
“1756-1783 yılları arasında Malatya, Elazığ ve Adıyaman illerinden göç ederek gelenler tarafindan kurulmuş bir İç Anadolu köyüdür…. ilk yerleşen kişinin adı Kasım olduğundan, gölün yanı da hüyük olan ve ada görünümünde bulunduğu için ‘Kasım’ın adası’ zamanla Adakasım ismini almiştir. İlk gelen ailelerin (Govasti) Yorgun Öküz kabilesi bulunmaktadır. Günümüzde bu kabilelerin Malatya (Pötürge, Yazıhan, Arapgir, Akçadağ, Elazığ (Baskil), Sarıkamış, Tokat (Zile) ve Yozgat (Akdağmadeni) illerinde de halen bulundukları, yaptığım çalışmalardan anlaşılmıştır.” (http://www.turkcebilgi.com/%C3%A7eltik,_adakas%C4%B1m/haritasi)
Ramazan Çavdar’ın göç için verdiği tarihin, konuyla ilgili olarak tarih veren başkalarınınkine nisbetle daha gerçekçi olduğu görülmektedir.
“Govasti” meselesini, Kahramanmaraş’ın Afşin ilçesine bağlı Haticepınar köylüleri de dile getirmektedir. Hüseyin Ecer gibi, köy halkının İran’ın Kaşan şehrinden göçüp önce Diyarbakır’ın (Amid) Maden ilçesine yerleştiği iddia edilmektedir. Ancak, bundan emin olmadıkları için, “Başka bir kaynakta boyun Rişvan aşiretine mensup olduğu, bunların Kürtleşmiş Türkmenler olduğu belirtilmektedir” demektedirler. Daha yakın zamanlara ait ve bu nedenle doğru olması ihtimalı daha fazla olan rivayetler olarak da şunları aktarmaktadırlar:
“Malatya ile Halep arasında hayvancılıkla yaylak kışlak şeklinde gidip geldikleri bilinmekte. Malatya’da kalanlara Govasti denılmiş, nedeni öküzlerinin yorulup yola devam etmemesınden kaynaklanmaktadır. Maraş, Kayseri ve Konya’ya göçedenlere Govgır denılmiştir. Aşiret göçebe bir hayat tarzını benımsemiştir, Osmanlı Devleti döneminde bunlar bütün boylar gibi iskana tabi tutulmuş, iskanda genelde boylar parçalara ayrılarak yerleştirilir, Kaşanlı halkı da parçalara ayrılarak Çannakkale, Konya, Kayseri, Malatya, Maraş, Halep’e yerleştirilmiştir. Altı oymak ‘Govasti’, altı oymak ‘Govgur’. Veya altı oymak Alevi, altı oymak Sünni şeklinde teşkilatlanmasını yapmıştır. ‘Govastiler’ Güneydoğu Anadolu’da Pazarcık, Besni, Gölbaşı, Elbistan, İslahiye yörelerine, İç Anadolu’da Konya, Ankara/Haymana/Bala, Kırşehir, Sivas/Gürün, Tokat, Yozgat’a, Doğu Anadolu’da ise Ağrı/Patnos, Erzurum, Erzincan, Elazığ, Tunceli, Bitlis, Van/Erciş ve Gürpınar yörelerine dağılmışlar. İslahiye’ye bağlı Atmalı köyünde Govastiler oturmaktadırlar. Atmalıların en yaşlıları buraya yerleştikleri için, Kürtçe adına Ko’lıkon demişler. 12. yy. sonlarında Musul’dan gelen Oğuzların Peçenek boyundan Atçekenler’le ( Esbkeşan) bağlantılı olabilirler.” (http://tr.wikipedia.org/wiki/Haticep%C4%B1nar,_Af%C5%9Fin)
Burada anlatılanların Mehmet Demir Atmalı ve İbrahim Uçar’dan iktibas olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca çelişkili açıklamalar da içermektedir. Mesela Konya’ya göçedenler için hem Govgır, hem de Govasti ismini kullanmaktadırlar. Oymak şeklindeki örgütlenme ile ilgili ifadelerin de bir nevi kurmaca olduğu düşünülebilir. Aynı şekilde göç edilen beldelerle ilgili rivayetler de biraz abartılı görünmektedir.
6. Mevcut bilgiler çerçevesinde Atmalı aşiretinin kökeninin Arapgir’in Atma köyüne dayandığı kesin biçimde söylenebilir. Enver Çakar ile Füsun Kara’nın Arapgir’in 1643 tarihli avârız-hâne defterine dayanarak verdikleri bilgilerden, Atma’nın, o tarihte Arapgir’in en büyük köyü olduğu anlaşılmaktadır. (Enver Çakar ve Füsun Kara, “17. Yüzyılın Ortalarında Arapgir Sancağında İskân ve Nüfus (1643 Tarihli Avârız-Hane Defterine Göre)”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 15, Sayı: 2, Sayfa: 385-412, Elazığ-2005, http://www.akademiktarih.com/17.-yuzyilin-ortalarinda-arapgir-sancaginda-isk-n-ve-nufus-1643-tarihli-av-riz-hane-defterine-gore.html)
Söz konusu makalede Arapgir’in 1643 tarihli avârız-hane defterine dayanılarak, köy ve mezraların vergi nüfusu aktarılmaktadır. Bu köylerin o zamanki ve şimdiki adları ile şu anda bağlı oldukları ilçeler de belirtiliyor. Atma adlı bir köyün adı geçiyor olmakla birlikte, şimdiki adı ve şu anda bağlı bulunduğu yer ismi boş bırakılmış. Doğal olarak bu köy, geçmişte belirli bir zamanda bir şekilde ortadan kalkmış, halkı dağılmış bir köy. İlginç olan nokta, Atma köyünün, 1643 yılında 84 kişi ile en yüksek ‘vergi nüfusu’na sahip köy oluşu.. Onu izleyen en kalabalık köylerin vergi nüfusları sırasıyla şöyle: 61, 58, 53, 52, 42, 37, 31.. Geriye kalan 91 adet köyün vergi nüfusu ise 30’un altında..
Atmalılar’la ilgili olarak bilinen en eski üçüncü belge budur.
Burada yayınlanan diğer yazılarda aktardığımız gibi, Atma köyü Horan (Horun) olarak bilinen mevkide yer alıyordu ve 1640’lı yılların sonunda yaşanan trajik bir olay sonrasında ortadan kalktı. Nitekim Arapgir’de bugün bu adı taşıyan bir köy mevcut değildir. (Horan’da yerleşim tekrar ancak 1800’lü yıllarda başlamış ve günümüzde adı Kaynak olarak değiştirilmiştir.) Bir başka deyişle, Horan mevki adı, Atma ise köy adıdır. (İstanbul’da Büyük ve Küçük Çamlıca mevkilerinin bulunması, fakat bunların mahalle adı olmaması gibi.. Bu mevkilerdeki mahallelerin adı başkadır.) Necati Demir, “Horan Kelimesi Üzerine” başlıklı bir araştırma yapmış bulunmaktadır (Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten, 2002, C. II, s. 25-34; http://turkoloji.cu.edu.tr/makale_bilgi_sistemi_02/tum_print.php?all=1)
Ancak, Muammer Şahin’in “Babam” adlı kitabında aktardığı gibi, Sabri Kelemeroğlu, Arapgir Postası’nda 1994 yılında yayınlanan bir yazısında, söz konusu trajik olayı yaşayan Horan köyünün (yani Atma’nın) 1335’te kurulmuş olduğunu söylemektedir. [Suriye’de Horan adlı bir yerleşim yeri mevcuttu. 1884 ve 1899 yıllarında Kafkaslar’dan gelen göçmenlerin Suriye’de iskân edildikleri muhitler arasında Şam, Nablus, Hama, Maphlouse, Kunaytra, Dumer, Yaşa ve Akka’nın yanı sıra Horan’ın da yer aldığı, bu beldelerde geniş boş arazilerin bulunduğu belirtilmektedir. (www.nartajans.net/.../KIRIM%20VE%20KAFKASYADAN%20G%D6%C7LER%20V.doc)
1894’te Şam-Horan demiryolunun inşa edildiği de ifade edilmektedir. (http://www.turkansiklopedi.com/ara/k%C3%BCtahya.html) Ancak, bu isim benzerliğinden hareketle bir ilişki kurulabilir mi, bilmiyoruz.]
Aktarılan bu bilgiler çerçevesinde, Atma aşiretinin atalarının 1335 yılında bu köye yerleştiklerini ve yaklaşık 315 yıl bu köyde ikâmet ettiklerini, zamanla Arapgir’in en kalabalık köy sakinleri durumuna geldiklerini düşünmek mümkün olabilir. Ancak, 1643 yılından öncesine ait ve Horan dışındaki beldelere işaret eden iki kayıt daha mevcuttur.
Bunlardan ilki, 1560 tarihli Malatya tahrir defterinde yer almaktadır. Orada, Atmalu cemaatinin, Kara Şah Kulı akrabası cemaati ile birlikte, Malatya’nın Keder Beyt nahiyesinin Salay Basan mezrasında (Mintaş Pınarı mezrası yanında) yedi nefer olarak meskun bulundukları ifade edilmektedir. Bu yedi kişinin üç veya dört kişisinin Atmalılar’dan oluştuğunu söylemek mümkün olabilir. (Refet Yınanç ve Mesut Elibüyük, Kanuni Devri Malatya Tahrir Defteri (1560), Ankara: Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi, 1983, s. 146.)
En eski ikinci kayıt ise, Atmalılar’ın 1563 yılında Maraş topraklarında Alma Kuşağı Mezrası’nda, başkalarıyla birlikte tarımla uğraştıklarını göstermektedir. Şöyle deniliyor: “Mezra-i Alma Kuşağı nezd-i mezbûr, tâbi‘-i mezbûr, Cemaat-i Atmalu ve gayriler ziraat iderler.” (Refet Yınanç ve Mesut Elibüyük, Maraş Tahrir Defteri: 1563, C. 1, Ankara : Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi, 1988, s. 303.)
Her iki kayıtta da Atmalu olarak Türkçe bir ad ile anılmaları, Türkmen olduklarını göstermektedir. Arşiv belgelerinde ayrıca Ekrad ve Türkmen Ekradı olarak nitelendirilmiş bulunmaları, Halep Türkmenleri’nin “Kürtler Obası”ndan olmaları ihtimalini de akla getirmektedir. Atmalılar her ne kadar arşiv belgelerinde Ekrad ya da Türkmen Ekradı olarak adlandırılıyorlarsa da, aralarında Şafiî mezhebi mensubu olanların sayıca yok denecek kadar az olması (Pazarcık’taki bir iki köyün Şafiî olduğu iddia ediliyor. Ancak bu bilgi doğrulanmaya muhtaçtır), köken itibariyle Kürt olmadıklarını gösteren bir işaret durumundadır. Ayrıca, Osmanlı arşivlerinde Kürtler’in salt aşiret adlarıyla yer aldığı, ayrıca Kürt oldukları kaydının düşülmediği de bilinmektedir. Beydililer’den arşiv belgelerinde “Kürt Beğdilisu Cemaati” olarak bahsediliyor olması da, Atmalılar’ın “Ekrad” ve “Türkmen Ekradı” olarak nitelendirilmeleriyle paralellik göstermektedir.
Bu durumda, şu soruya cevap aramak gerekmektedir: Neden bazı Atmalılar kendilerini Kürt olarak nitelendirmekte veya Kürt hissetmektedirler? Bu soruya şu şekilde cevap verilebilir: Bazı Atmalılar’ın Arguvan’a yerleşip alevî kökenlilerle akrabalık kurmaları ve kültürel etkileşim içinde kendilerini alevî olarak nitelendirmeye başlamalarına benzer şekilde, Kürtler’in meskun olduğu bölgelere yerleşen veya onlarla akrabalık kuran Atmalılar’ın, Kürtler’le olan irtibatları ve sonucunda, birkaç nesil sonra Kürtçe’yi de konuşmaya başladıklarını düşünmek gerekir. Mesela bir Kürt kızıyla evlenen kişinin çocuklarının, Kürtçe’nin konuşulduğu bir bölgede yaşamaları durumunda, Kürtçe’yi annelerinden öğrenip konuşacakları ve Kürtçe’nin konuşulduğu bir muhitte olmaları itibariyle bu dili unutmayacakları şüphesizdir. Böyle bir ortamda, bir iki nesil sonra, hem Türkçe hem de Kürtçe’yi konuşan bu insanlar, kendilerinin Kürt olduklarını düşüneceklerdir. Çünkü, kendilerine, “Kürt değilsek neden Kürtçe konuşuyoruz ve Kürtçe’yi nasıl öğrendik?!” diye soracaklardır. Atalarının bir bölümünün Kürt olması gerçeği ışığında bu akıl yürütüş biçimi yanlış da olmayacaktır. Ancak bu, onların köken olarak Türkmen (veya aynı zamanda Türkmen) olmaları gerçeğini ortadan kaldırmayacaktır.
Atmalılar’ın geçmişte Malatya’dan küçük topluluklar halinde Kahramanmaraş, Sivas, Kayseri, Konya, Gazianteb, Adıyaman, Yozgat, Kırşehir (Çiçekdağı), Konya, Ankara (Haymana) ve Kayseri topraklarına göçerek yerleştikleri anlaşılmaktadır. Erzincan’ın İliç ilçesinin Atma köyü sakinlerinin de Atmalılar’dan olabileceği düşünülmektedir. Sivas-Kangal’ın Karamehmetli Köyü’ndeki Çilogiller ailesi de Malatya-Arguvan Atmalıları’ndandır. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Karamehmetli_K%C3%B6y%C3%BC,_Kangal) Kangal’ın Oğlaklı (Zobular) köyünde de Atmalılar bulunduğu belirtilmektedir (http://nn-no.facebook.com/group.php?v=wall&viewas=0&gid=32929115806). Ancak bu köyde yaşayanların Canbeg adlı bir aşiretten olduğu, Raşolar adlı bir ailenin de Malatya-Hekimhan kökenli olduğu belirtilmektedir. (http://www.aleviweb.com/forum/showthread.php?t=27062) Hekimhan ile Arguvan komşudur. Adıyaman-Gölbaşı’nın Kösüklü ve Kahramanmaraş-Pazarcık Töreler köylerinde de Atmalılar yaşamaktadır. Elbistan-Karahasan'dan ayrılıp Afşin’in Oğlakkayası köyüne yerleşenler de vardır. Bunlar arasından çıkan Bozo adlı biri, tahminen 1915-1917 yılları arasında Sivas’ın Gürün ilçesinde eşkıya olduğu gerekçesiyle asılarak idam edilmiştir. (http://hasseler.azbuz.ekolay.net/index.jsp). (Kamber, Habib ve İbrahim adlı kardeşlere sahip olan bu Bozo’nun, dönemin meşhur eşkıyası Bozo ile bir ilgisi yoktur. Bölgede pekçok mal ve can kaybına sebep olmuş bulunan bu meşhur Bozo’nun adı Bozan olup Malatya-Doğanşehir’in Polatdere köyündendir. Kardeşlerinin isimleri de Abuzer, Mamo ve Seydo’dur [http://www.mesop.net/?app=izctrl&archiv=39&izseq=izartikel&artid=864]. Ayrıca bu Bozo, Malatya’nın Balyan’lı aşiretindendir. Pazarcık Atmalıları’nın reisi Paşa Yakup’un çiftliğini basıp üç tane kadını dağa kaldırdığı için aynı aşiretten Molla Mehmet Karayılan tarafından takip edilmiş ve öldürülmüştür [Hasan İzzettin Dinamo, Kutsal İsyan: Milli Kurtuluş Savaşı’nın Gerçek Hikayesi, C. 5’ten aktaran http://www.dizifilm.com/forum/showpost.php?p=6338753&postcount=956]. Sözkonusu çeteyle ilgili geniş bilgi için bkz. Ahmet Eyicil, “I. Dünya savaşı ve Kurtuluş Mücadelesi Sırasında Maraş’ta Ermeni Mezalimi”, Belleten, C. LXVII, Aralık 2003, S. 250, s. 911-947; www.ttk.org.tr/templates/resimler/File/.../bel250-911_947.pdf) Sivas-Gürün ilçesi Bağlıçay (Alacamezar) köyü halkından bir bölümünün Elbistan-Alhas bölgesinden geldikleri belirtilmektedir. Diğer bölümü de Malatya Akçadağ bölgesinden gelmişlerdir. Elbistan-Alhaslı bölgesinden gelenlerin, Alhaslılar Atmalı aşiretinden olduğu için, aynı kökene sahip olması ihtimali yüksektir. (http://www.cizgiliforum.com/showthread.php?t=9883) Sivas-Şarkışla’nın Sarıkaya köyünde de Alhaslılar yaşamaktadır (http://www.main-board.eu/sivas/326721-sarkisla-sarikaya-koyu.html). Gaziantep civarındaki Atmalılar’ın Arapgir Horan’dan ayrılınca önce Malatya-Doğanşehir’in Harapşehir (Günedoğru) Köyü’ne yerleştikleri anlaşılmaktadır. Şu anda Gazianteb’in Atmalı, Yaylacık, Ataköy (Hortlar), Künesler, Tandırlı, Sakçagözü, Yenipınar Mahallesi ve Şatırhöyük’te Atmalılar yaşamakta olup, Atmalı Köyü ve civarında oturan Atmalılar’a Kolugan (Kurmançça ihtiyarlar) denilmektedir. (http://www.sendeyaz.biz/Yazi/8188/gavurdagi-asiretleri.html) Araban ilçesi Karavaiz köyünde de Atmalılar mevcuttur. 1906 yılın ait Halep Salnamesi’nde verilen bilgiye göre, Pazarcık’ta Bozağa Atmalusu nahiyesine bağlı 12 köy bulunmaktaydı. Bunların en büyükleri Ağcalar (Akçalar), Göçer, Tilkiler, Turunçlu, Harmancık, Yumuklu Cerit (Yumaklıcerit) ve Taşdemir köyleriydi. (Cengiz Eroğlu, Murat Babuçoğlu ve Mehmet Köçer, Osmanlı Vilayet Salnamelerinde Halep, TİKV, Ankara 2007, www.projekoordinasyon.org/tr/UserFiles/File/kaynak.../SALNAME.pdf) 1643 yılında Atma’nın, Arapgir’deki 99 köy içinde nüfusunun kalabalıklığıyla ilk sırayı aldığı düşünülürse, göç etmelerinin ardından farklı beldelere yerleşip çoğalmış olmalarını doğal karşılamak gerekir.
Atmalılar’la ilgili bilinen dördüncü belge, 1720 tarihini taşımaktadır. Buna göre, 1720’de Malatya’daki Atmalu (Atmalı) cemaatinden (aşiretinden) Göçer Elhac Kethüda, Koyun-oğlu Ali ve oğlu Çolak Mehmed ve Mustafa-oğlu Hüseyin ve tevâbii (tabileri) ve Çoban-oğlu ve tevâbii, diğer aşiretlerden olanlarla birlikte, bölgeyi eşkıyadan korumak için Harran Ovası’na yerleştirilmişlerdir (Yusuf Halaçoğlu, XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun İskân Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1988, s. 120-121, 140). O dönemde aşiretlerin içinde onları devlete karşı temsil eden bir ‘bey’in yanı sıra, onun atadığı bir de ‘kethüda’ bulunmaktaydı.
Atmalılar’la ilgili bilinen en eski beşinci belge ise 1734 tarihini taşımaktadır. Buna göre, Maraş Beylerbeyi Rişvanzade Süleyman Paşa’ya, “harp ve darbe muktedir”, yani eşkıyaya karşı savaşabilecek kabiliyette bir cemaatin, Alacahan’a yerleştirilmesi için 1734 yılında emir gönderilmiştir. Bu iş için Arapgir sancağının erbâb-ı tîmar köylerinden, göçebe Atmalı cemaati seçilmiştir. (Halaçoğlu, XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun İskân Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, s. 108-131; Faruk Söylemez, Osmanlı Devletinde Aşiret Yönetimi: Rişvan Aşireti Örneği, İstanbul: Kitabevi, 2007, s. 254-255).
Buradan, Atmalılar’ın 1734 yılında timar sahibi oldukları, Arapgir’e bağlı topraklarda göçebe olarak yaşadıkları ve harp ve darbe muktedir olmalarıyla tanındıkları anlaşılmaktadır. Timarlı olmaları, göçebe olmanın yanı sıra, kendilerine verilen toprak ya da arazide tarım da yaptıklarını gösterir. Ancak, Alacahan’a iskândan afları için Divan-ı Hümayun’a başvurmuşlar ve bu talepleri kabul edilmiştir (Halaçoğlu, a.g.e,, s. 108, dn. 760, 763).
Mehmet Demir Atmalı ve İbrahim Uçar şöyle demektedir: “Malatya-Pazarcık bölgesinde yaşayan Atmalı Aşireti’nin Reisliğini, Kızkapanlı Oymağından ‘KOSAYİ ATMEN’ (Atmalı Köse) adında bir kişi yapıyormuş. Daha sonra Karahasan Oymağından BOZDAĞLARdan sırası ile Karahasan, Mehmet (Kör Mamo) Ağa, İbrahim Ağa, Boz ağa, Asaf Ağa, Süleyman Ağa (Sılsıki Bozağa), Yakup Hamdi Bey (Paşa), Ahmet Bozdağ ve oğlu Ali Bozdağ Reislik yapmışlardır. Pazarcıkta ikamet eden Bozdağlar Ailesi, Aslında Elbistan Karahasanuşağı’ndan gelmektedirler. Bundan 550 yıl önce, Maraş bölgesine hakim olan Dulkadıroğullarına karşı Osmanlı’yı destekleyen Atmalı Aşireti’nin Reisi KARAHSAN, bu savaşta iki kardeşini kayıp etmiştir.” Bir başka metinde ise şöyle denilmektedir: “Geçmişten günümüze Atmi aşiretinin reisleri sırasıyla Kara Hasan Muhammed Ağa, İbrahim Ağa, Bozo Ağa, Asaf Ağa, Süleyman Ağa ve Paşa Yakup’tur.” (http://www.alibeyusagi.homepage.t-online.de/html/pazarcik_hakinda_bilgi.html)
Tarihçiler genelde her yüzyıl için üç kuşak kabul ederler. Bu durumda Kara Hasan Ağa’nın yaşadığı dönem 1720’li yıllar civarı demektir. Dulkadıroğulları’na karşı Osmanlı’yı desteklemiş olması ise imkânsızdır.
Öte yandan, Hüseyin Ecer şöyle demektedir: “Osmanlı tapu kayıtlarında ise Malatya Doğanşehir havzası ile Elbistan AtmalıKaşanlı, Hasanali, Kistik bolgeleri 12 baba adına tapuludur, ancak bir dönem Besni Beyliğine, 1900 sonrası ise Fındık Beyliğine verilmistir. Bugün bile halen Kistik ve AtmalıKaşanlı tartışmalı yaylası dedemiz PirHusin uzerine gorünmektedir…. biz sözlü aktarılan tarihimizde Yegen dedemizin, oğlu Nasir ile 1750’li yıllarda Topraktepe köyü olarak bilinen GundeKoşi’de ilk iskanı yaptığını biliyoruz.” (http://atmalilar.org.tr/forum/index.php?topic=50.0)
Atmalılar’ın 1734 yılında timar sahibi oldukları, Arapgir’e bağlı topraklarda göçebe olarak yaşadıkları ve harp ve darbe muktedir olmalarıyla tanındıkları Divan-ı Hümayun mühimme defterinden anlaşılmaktadır. O halde Atmalılar Elbistan ve Pazarcık civarına ilk olarak 1750’li yıllarda yerleşmiş olmalıdırlar. Nitekim, Atmalılar’ın yaşadığı Kızkapanlı (Pazarcık ilçesi) köyünün yaklaşık 200 yıl önce kurulduğu tahmin edilmektedir. Atmalı aşiretinden Çopur Haydo adında birisi gelerek bugünkü Çopurlar Obası'na yerleşmiştir. Yine, ilk sakinlerinin bir kısmının Atmalı aşiretinden olduğu belirtilen Tetirlik köyünün kuruluşunun da (Pazarcık) 150-200 yıl öncesine dayandığı belirtilmektedir. Atmalılar’ın yaşadığı Turunçlu köyünün de (Pazarcık) 150 yıllık bir geçmişi vardır. Çöçelli Köyü'ne (Pazarcık) ilk gelenler de Atmalı aşiretine bağlıdır ve köyün ne zaman kurulduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte, yaklaşık olarak 150 senelik bir geçmişi olduğu söylenmektedir. (http://www.varbak.com/pazarcik-ilcesi-ve-koyleri-t56538.html?s=00ce8be74f6681c8d67392d6c5f917f4&;) Alhaslılar’ın yaşadığı Elbistan’ın Yalıntaş köyünün de yaklaşık 250 yıl önce kurulduğu tahmin edilmekle birlikte bazı kaynakların 1810 yılını gösterdiği belirtilmektedir (http://nedir.antoloji.com/kahramanmaras-elbistan-yalintas-koyu/). Pazarcık-Kızkapanlı köyünün de 1800'lü yıllarda kurulduğu tahmin edilmektedir (http://tr.wikipedia.org/wiki/K%C4%B1zkapanl%C4%B1,_Pazarc%C4%B1k). Yine Pazarcık-Kizirli köyünün de 250 yıl önce iki şahıs (aile) tarafindan kurulduğu ifade edilmektedir (http://tr.wikipedia.org/wiki/Kizirli,_Pazarc%C4%B1k).
Atmalı aşiretiyle ilgili olarak en eski kayıtlardan birini de, Niebuhr tarafından verilen 1766’da 1000 çadıra sahip bulunuyor oldukları bilgisi oluşturmaktadır (Halaçoğlu, XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun İskân Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, s. 108, dn. 759). Aslen Kuzey Almanyalı olan Batılı gezgin Carsten Niebuhr, 1766 yılında Antep’in kuzeyindeki bölgede (Maraş, Malatya vs) yaşayan aşiretleri (konar-göçer toplulukları) şöyle sıralıyor:
Kürecikli Aşireti (500 çadır), Atmalı Aşireti (1000 çadır), Havidli Aşireti (2000 çadır), Sabanlı Aşireti (1000 çadır), Kılıçlı Aşireti (400 çadır), Çakkalı Aşireti (700 çadır), İzoli Aşireti (1000 çadır), Cihanbeyli Aşireti 10.000 çadır), Rişvan Aşireti (12.000 çadır), Milli Aşireti (11.000). http://www.candakurdi.com/modules.php?name=asiretler&file=print&id=29)
Bu rakamları doğru kabul edersek, Atmalılar’ın 1766'da yaklaşık 40 bin çadırlık bölge göçebelerinin kırkta birini oluşturduğunu söylemek mümkündür. Buradan çıkan bir başka sonuç ise, Atmalılar’ın Rişvan’dan ayrı olduğu ve Rişvan topluluğunun o tarihte Atmalılar’a göre 12 kat daha büyük bir topluluk olduğudur.
(Bununla birlikte Atmalılar’ın tamamının göçebe olarak yaşadığını, şehirlere yerleşenler bulunmadığını düşünmek yanlış olur. Nitekim internette yer alan bir metinde şu ifadeler yer almaktadır: “… 1923 yılında Malatya bir matbaaya kavuşmuştur. Şehrimizdeki bu önemli eksikliği gören bazı bilim adamları ile aydın kişiler Malatya'da da bir basım evi kurulmasına karar verirler. Bu arada Hoca Keşşaf Efendi (Keşşaf Hoca) bunu becerecek gençleri teşvik ile, daha önce İstanbul'a yerleşmiş, Malatyalı işadamı Müminzade Mahmut Efendi'nin aracılığını sağlar. Atmalızade Osman Hilmi [Taner], bir matbaa makinesi almak için İstanbul'a yollanır.” [http://www.ahmetsenturk.net/index.asp?id=366&syf=haberler&x=Malatyan%FDn%20K%FClt%FCrel%20Dokusu])

ATMALI BİR KAHRAMAN: MOLLA MEHMET KARAYILAN

ATMALI BİR

KAHRAMAN:

MOLLA MEHMET

KARAYILAN

Hayrettin Yıldırım

Larousse’da Karayılan hakkında şu bilgiler yer almaktadır:

KARAYILAN, asıl adı Mehmet, Kurtuluş Savaşı kahramanlarından (Besni 1888 – Gaziantep 1920). Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Güney Anadolu’daki Kuvayı Milliye örgütünde görev aldı. Karabıyıklı’da düzenlediği baskın sırasında (20 Ocak 1920), Fransız işgal birliklerine önemli kayıplar verdirtti. Şamlı Kel Ahmet çetesinin ortadan kaldırılmasını sağladı. Antep’in Fransız işgalinden kurtarılmasında büyük katkısı oldu (1 Nisan 1920). Samsaktepe saldırısı sırasında şehit oldu. Adı halk türkülerine ve edebiyatımızda şiirlere (Nazım Hikmet’in “Kuvay-ı Milliye Destanı”nda bir bölüm) konu olmuştur.”

Molla Mehmet Karayılan, 1888 yılında, şu anda Maraş-Pazarcık’a bağlı Höcüklü köyü Kürt Elif (ya da Elifler) mezrasında kıl çadırda doğmuş olup, Besni nüfusuna kayıtlıdır. Malatya’dan Pazarcık ve İslahiye’ye kadar uzanan bölgede yaşayan Atmalı aşiretinin Kabalar oymağındandır. Hayvan sürüleri bulunan ve çevresine göre zengin sayılan bir köylü ailesine mensuptu. Babası 1904 yılında Ermeni eşkıyaları tarafından obasına yapılan baskın sırasında şehit düşmüştür.

Malatya Akçadağ ilçesi Söğütlü köyü imamından Kur’an dersleri almıştır. Köyde imamlık yapıp namaz kıldırdığı için ona ‘Molla’ denilmiştir. Babası Memo iyi dövüştüğü, bir köy kavgasında elindeki kılıçla köy halkının tamamını mağlup ettiğinden ona “Karayılan gibi kayıp gidiyor” demişler. Bu nedenle Karayılan lakabı ona babasından kalmıştır.

Birinci Dünya Savaşı’nda Rus cephesinde savaşmış, çeşitli yararlıklar göstermiş ve çavuşluğa terfi ettirilmiştir. Bu savaşta ayağından yaralanarak Malatya Hastanesi’nde tedavi edilen Karayılan, daha sonra köyüne dönmüştür. Hükümet kuvvetleriyle birlikte eşkıya Bozo’yu takip etmiş, öldürülmesinde rol almıştır. Bu olayı Hasan İzzettin Dinamo şu şekilde anlatmaktadır:

“Çevreye korku salan çetelerin en büyüğü, halkın “Bozo” dediği Bozan kardeşler çetesiydi. Yüz- Yüz elli kişi tutarındaydı. Bozan’la Abuzer, Mamo, Seydo adlı öbür üç kardeşi, Malatya’nın Balyan’lı aşiretindendi.

Bozan asker kaçağı olduğundan dağa çıkmak zorunda kalmış, kendisini kovalayan birkaç jandarma subayı ile birkaç jandarmanın da başını yediğinden çevreye ün salmış, birkaç ufak çete ile birleşerek daha da güçlenmişti.
Bozan Ağa, birçok köyleri basıyor, soyup soğana çeviriyor, bu arada cana da kıyıyor, kan da döküyordu.

Bozan Ağa birgün Lordin çiftliğini bastı. Paşa Yakup’un çiftlikte bulunmadığı bir sırada yapılan baskında Bozan Ağa, çiftliğin bütün paralarını ve değerli mallarını yağma etti. Yakup’un yakın akrabası olan Caney, Hanım, Eley adlı kadınları dağa kaldırdı.

Kabalar aşireti reisi Mehmed, Yakup’a karşı yapılan bu kötülükten çok üzülmüştü. Mehmed, çiftlik dolaylarında öfkeli ve sinirli bir adam olup çıkıvermişti. Can sıkıntısından ve kızgınlığından ağzına bir lokma yemek koymuyordu. Sandıktaki paraları çıkarıp silah ve cephane almaya karar verdi. Karısının boynundaki altınları da aldı. Birkaç gün içinde ev mavzerlerle ve cephaneyle doldu. Mehmet, kardeşi Şiro Mamo, eniştesi Kara Silo’yu yedeğine alarak aşiretinden birçok kişiyi silahlandırdı.

Karayılan’ın Bozan Ağa belasını ortadan kaldırmak üzere dağa çıktığını öğrenen Malatya ikinci inzibat kumandanı Ahmet Adil Bey, ona gizlice mektup gönderdi. Mektup şöyle diyordu:

‘Bozan Ağa’nın hükümetçe takibindeyiz. Sizin de Bozan Ağa’yı kovaladığınızı öğrendim. Senin bir eşkıya değil, yurtsever olduğunu biliyorum. Seninle Malatya’da görüşmek istiyorum.’

Bozan Ağa hükümetçe çok izlense de köylüler ölüm korkusu yüzünden ona yardımdan çekinmişlerdi. Ahmet Adil Bey Karayılan çetesinin hükümetin jandarmasından daha iyi iş göreceğini anlamış ve bundan yararlanmak üzere davranmıştı.

Karayılan’la kardeşi Mamo, geri döndüklerinden hem kendileri, hem de önemli adamları için yanlarından şöyle belgeler de getirmişlerdi:

– Bu vesikada adı ve lakabı yazılı kişilere hangi askeri birlik olursa olsun elinden geleni yapacaktır. Cephane, silah, yiyecek, kuvvet ve buna benzer yardımı esirgemeyecektir. Birliklerin başında bulunanlarla işbirliği yapılacaktır.

Karayılan, Mamato, Şiro Mamo, Kara Silo’nun kardeşi Hortoğlu böyle birer belge taşıyordu.

Paşa Yakup’un çiftliğinin yakılıp yıkılması ve buradan birkaç güzel gelinin dağa kaldırılması yalnız Karayılan’ı değil bütün Kabalar aşiretini kımıldatmıştı. Karayılan ve arkadaşları, ellerindeki belgeleri göstererek bölüğüyle Altıntaş’ta bulunan Ali Haydar Bey’le anlaştılar.

Ali Haydar Bey’in atlılarıyla Karayılan’ın çetesi, Bozan Ağa’yı Horoz köyünde kıstırmakta gecikmedilerse de saatlerce süren çatışmada Bozan Ağa’nın hepsi atıcı olan çetecileri baskıncılara tehlikeli anlar yaşatıp birkaç da atlı asker öldürerek (Ali Haydar Bey’in adamlarından) sık ormanlara çekildiler.

Eşkiyalarla Nuri Bey’in yaptığı çatışmada birkaç asker daha ölmüş, iki asker de tutsak edilip götürülmüştü. Atılan kurşunlardan biri esir askerlerden birinin eline geldi. Bozan Ağa ve çetesi oradan kaçmıştı. Karayılan eli parçalanan askeri alıp köye götürdü.

Eşkiyalara hiç soluk aldırmayarak sayılarını azaltmayı amaç tutuyorlardı. Yorulan, yaralanan, korkup çeteden ayrılanlar yüzünden çete ister istemez azalacak, küçülecek ve yok edilmesi kolaylaşacaktı.

Bozan Ağa’yla adamları bir köye girmek isteyince köylülerin açtığı sert bir ateşle başka köye gitmek zorunda kalmıştı. Baylanlı köyünde de Bozan Ağa çetesi silahla karşılanmıştı.

Orada Rıfat Bey’le çete arasında yapılan çatışmada Bozan Ağa ayağından yaralanmışsa da Bedir Bey, İnce Beyoğlu Derviş vurulup ölmüşlerdi.

Bozan Ağa ve adamları Ölbek dağına çıktılar. Karayılan ve adamları da Ölbek dağına çıkarak onları kuşattılar. Çevrilen eşkiyaların bir yanı açık kalmıştı o da suyla çevriliydi (oradan geçemek çok zor diye düşünüyorlardı). Gece karanlığını bastırınca uykusuzluktan ve yorgunluktan sabahı eden Karayılan’la adamları eşkiyaların tek açık yer olan su yanından gecenin karanlığından yararlanarak kaçtıklarını anladılar.

Karayılan, Köseli aşiretinden olan adamı kılavuz olarak alarak müfrezeye kattı ve ilerlediler. Bir kayanın dibinde pansuman bezleriyle Antep fıstığı kabukları gördüler. Karayılan dürbünle bakınca birkaç atın otladığını gördü. Bunların Bozan Ağa’nın atları olduğu meydandaydı. Karayılan dağa tırmanmaya başladı. Bir kayanın üzerinde bir eşkiyanın gözcü olarak dikildiğini gördüler. Miço oğlu Halil ateş etmek üzereydi ki Karayılan onu durdurdu.

– Dur ki onları tuzağa düşürek dedi.

Zamo’nun oğlu:

– Karayılan Ağa, dedi. Eşkiyalar bize doğru gelirler.

Karayılan:

– Arkadaşlar, kır katırı iyi gözleyin. Yanılmazsam kır katırın üzerinde Bozan bulunuyor. Mutlaka Bozan’ı öldürmeliyiz. Başsız kalan eşkiyalar birlik kuramazlar. Yeter artık bu kadar asker öldürdüğü, yeter bu kadar nizamı bozduğu!

Karayılan böyle söyleyerek askerlerini pusuya yatırdı. Karayılan ilk mermiyi atarak işaret verdi. Atılan kurşunlardan biriyle Karayılan’ın kardeşi Şiro Mamo ağır yaralandı.

Karayılan kardeşinin vurulduğunu işitince çileden çıktı.

Beni koruyun!

Pusudan fırladı, kardeşini kaptığı gibi pusuya getirdi.

Eşkiyalar çatışma yerinden kaçtı. Çatışma yerinde hiçbir ölüye rastlamadılar. Demek ki, Bozan’la kardeşi Seydo’nun ölülerini kaçırmışlardı. Sellok köyünde dağın başında iki derince siper kazan eşkiyalar, Bozan’la kardeşi Seydo’nun ölülerini sipere yatmış gibi buraya uzatıp ellerine de tüfek vererek kaçmışlardı. Karayılan ölülerin başını kestirerek Pazarcık’a gönderdi.
Karayılan’la kardeşi Mamo’ya ve onlardan başka sekiz akrabalarına madalya ile yirmişer altın lira verdiler.”
(Hasan İzzettin Dinamo, Kutsal İsyan: Milli Kurtuluş Savaşı’nın Gerçek Hikayesi, C. 5’ten aktaran http://www.dizifilm.com/forum/showpost.php?p=6338753&postcount=956.) Sözkonusu çeteyle ilgili geniş bilgi için bkz. Ahmet Eyicil, “I. Dünya savaşı ve Kurtuluş Mücadelesi Sırasında Maraş’ta Ermeni Mezalimi”, Belleten, C. LXVII, Aralık 2003, S. 250, s. 911-947; www.ttk.org.tr/templates/resimler/File/.../bel250-911_947.pdf. Aşiretlerin bir kısmını yanına alan ve Ermeniler’ce desteklenen Bozo Çetesi 17 Ocak 1918'de Pazarcık'ın Cimikan dağında, 21 Ocak 1918'de Harmancık'ta ve Gani Dağı istikametinde Duman Tepe’de ve 22 Ocak 1918'de Pazarcık'ın Ufacıklı Köyü civarında askerlerle çatışmaya girdi ve birçok kişinin ölmesi ve yaralanmasına neden oldu. 29 Ocak 1918'deki saldırılarının ardından Bozo Çetesi ile Cimikanlı, Mucakanlı, Gani Dağı, Kara Kale, Ufacıklı ve Yapalak gibi yerlerde yapılan müsademeye girildi. Pazarcık'ta iki numaralı müfreze kumandanı Mülazim Naci Efendi, Bozo Çetesi ile 7 Şubat tarihindeki yaptığı silahlı çatışmada Bozo'nun kardeşi Abuzer'i kolundan ve bacağından yaraladı. 11 Şubat’taki çatışmada eşkıyadan iki kişi öldürüldü ve birisi yaralı olarak ele geçirildi. 14 Şubat Perşembe günü akşama kadar yalçın kayalıklar arasında Bozo Çetesi ile müsademe edildi. Çatışma sonucunda iki çavuş ve bir er şehit oldu, 20 asker yaralandı. Ermeniler’in de desteklediği bu çete savaş yıllarında İtilaf Devletleri ile onlara yataklık eden Ermenilerin faaliyetlerini kolaylaştırdı. Osmanlı askeri elbisesi giyerek halkı aldatan, demir yolunda gündüz işçi olarak çalışan ve gece eşkıyalık yapan Ermeniler’le irtibat kuran, Maraş, Pazarcık, İslahiye, Nurdağı ve Bahçe güzergahında etkili olan Bozo Çetesi 1918 yılı içinde ortadan kaldırıldı. Günümüzde hâlâ bu çetenin savunuculuğunu yapanlar bulunduğu görülmektedir: “Ve 90 yıl önce devletle el ele Ermeni kırımına katılan, Bozo Çetesi’nin takibatını yapan bu ‘etraf'’ın 1970’li yıllarda faşist ülkücülerin örgütlenme alanları olduğunu da ilave edelim. Örneğin; Atmiyan Aşireti’nin ünlü ‘Paşa'’ Yakup Hamdi (Bozdağ) Ağasının torunları bugün de bölgedeki faşist örgütlenmenin en önemli dayanakları arasında yer alıyor.”

[http://www.mesop.net/?app=izctrl&archiv=39&izseq=izartikel&artid=864])

Daha sonra, Fransızlar’ın Kilis’ten Antep’e girmek üzere oldukları haberi gelir. Bunun üzerine Karayılan savaş hazırlıklarına başlar. Atmalı aşiretinden 82 gönüllü akrabasını çete olarak toplar. 1600 baş hayvanını satarak hiç kimseden yardım ve destek almadan çetesini donatır. Annesi Ayşe, “Yavrum sen bu kadar malı mülkü satıp nereye gidiyorsun? Sen deli misin?” der. Karayılan, “Ana, Ana, sen doğuda Ruslar’ın, Ermeniler’in yaptıklarını görseydin, şimdi sen de durmaz giderdin” der.

Kardeşi Süro Mamo’yu Maraş’a gönderir, üç katır yükü silah satın aldırır. Kimseye bilgi vermeden çetesiyle birlikte geceleyin Karabıyıklı köyünde pusu kurar, Maraş’a giden Fransız kuvvetlerini perişan eder. 50 kadar Fransız askerini esir alır, esirlerini kendi köyüne götürerek her gün koyun eti ile besler. Daha sonra esirleri Pazarcık Kaymakamına teslim eder.

Adını Karabıyıklı cephesi ile Antep’e ve Türkiye’ye duyuran Karayılan’a Heyet-i Merkeziye tarafından görev verilmek üzere davetiye çıkarılır. Dülük köyüne gelen Karayılan, eşkıya Samlı Kel Ahmet’i bu köyde ağaca asar. Ankara’dan gelen Kılıç Ali Bey ile de bu köyde tanışır.

Daha sonra 82 kişilik çetesi ile birlikte Dülük köyüne gelerek şehri kuşatan Fransız çemberini yarmış ve Antep’e girmiştir. Karargâh olarak önce Bekirbey sonra Karagöz Camisi’ni kullanmıştır. Daha sonra adamlarının sayısı 150’yi bulur. Bu arada Antep cezaevinin kapılarını açtırır, hükümlülerin ellerine silah verir ve çetesine yeni gönüllüler katar.

Elmalı cephesinde Birinci ve İkinci Ağcakoyunlu cepheleri, İkizkuyu cephesi, Nizip yolu savaşları, Mağarabaşı savaşları ve Kurbanbaba savaşına katılan Karayılan, İkizkuyu cephesinde Fransız katar kolunu perişan etmiş, Fransız kumandan Norman kolundan yaralanarak Halep’e kaçmıştır. Norman’ın hanımı ise Karayılan’a esir düşmüştür. Hanım iki ay çetelerle birlikte kalmış, mütarekeden sonra başkarakolun orada Norman’a teslim edilmiştir.

Antep’in Fransızlar’a teslim olmasından sonra, Fransızlar yardım dağıtırken çete üyeleri yardım almaya gelmezler. Norman’ın hanımı bizzat ismen onları çağırtarak kocası Norman’a “Ne istiyorlarsa onlara fazlasıyla ver. Onlar bana dokunmadılar, iki ay boyunca bana bir hanımefendi gibi baktılar” deyince Norman çete üyelerine ne istediklerini sorar. Onlar da, “Silah ve mermi istiyoruz” derler. Bunun üzerine “Silah ve mermiyi ne yapacaksınız?” diye sorulunca, “Size sıkacağız” derler.

Karayılan 24 Mayıs 1920 sabahı kalkar, her zaman olduğu gibi beyaz elbisesini giyer, sabah namazını kıldıktan sonra kamçısını ve gümüş saplı kamasını Karagöz Camii imamı Mehmet Ömer’e teslim eder, “Hocam, ben cepheden dönersem emanetimi geri verirsin. Şehit olursam bunları köydeki kızım Selvi’ye verirsin” der.

İşte o gün, Sarımsak Tepe’de (Şıhın Dağı) zorlu bir savaştan sonra düşman kaçmaya başlayınca sevinerek mevzi değiştirmek için ayağa kalkan Karayılan, Hayri Efendi’nin bağının çitinin üzerinden geçerken, talihsiz bir kurşun göğsünü parçalamıştır. O gün kendisi ile birlikte 19 arkadaşı daha şehit olmuştur.

Antep halkı Karayılan’ın ölümünden sonra şu ağıtı yakmıştır:

“Karayılan der ki gelin oturak

“Kilis yollarından kelle getirek

“Fransız adını bütün batırak

“Vurun Antepliler namus günüdür

“Vurun çetelerim namus günüdür

“Atına binmiş de elinde dizgin

“Girdiği cephede hiç olmaz bozgun

“Çeteler içinde Yılanım azgın

“Vurun Antepliler namus günüdür

“Vurun çetelerim namus günüdür.”

(Mehmet Demir Atmalı, “Gaziantep Savunmasında Destanlaşan Karayılan”, http://www.yardimx.com/turkce-indir/molla-mehmet-karayilan-2.html; http://www.pazarcik.gov.tr/tarihi.asp; http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=3011)

KIZININ AĞZINDAN

KARAYILAN'IN

GERÇEK HİKÂYESİ

Bugünlerde insanları ekranlara bağlayan bir hadise var: Karayılan dizisi. atv'nin bu çok izlenen yeni dizisi, Kurtuluş Savaşı sırasında Antep halkının bir aşiret reisi önderliğinde Fransız işgaline karşı direnişini anlatıyor. Artık tarih kitaplarında didaktik bir ders olarak yerleşen Kurtuluş Savaşı yıllarında yaşanan Gaziantep Savunması, bugün din, dil, etnik farklar yüzünden birbirini yiyen insanlara yaklaşık 90 yıl önceden çok güzel bir cevap veriyor. Bu cevabı verenler vatan ve özgürlük tutkusundan başka doğru bilmeyen, Türkler'in, Ermeniler'in ve Kürtler'in yaşadığı bir bölgenin çocuklarıydı. Bütün yokluklar ve imkânsızlıklar içinde hiçbir yerden yardım almadan Birinci Dünya Savaşı galibi Fransız ordusuna karşı eşi benzeri az görünen bir şehir savaşı verdiler. Fransız ordusuyla şehirlerini geri almak için 11 ay bütün gücüyle savaşan, o günlerin deyimiyle Ayıntap (Antep) halkı sadece kendi şehirlerini değil, dilden dile yayılan kahramanlıklarıyla da tüm Güneydoğu Anadolu'yu bir istiladan kurtarmış oldu. Gaziantep Savunması'nda hayatını kaybeden 6317 sivilden ilk akla gelense daha çok "Karayılan" lakaplı Molla Mehmet oldu.

Yeni Aktüel Dergisi Molla Mehmet'in 88 yaşındakı kızını Kahramanmaraş'ın Pazarcık İlçesi Höcüklü Köyü Elifli mezrasında bularak görüştü. İşte Selvi Sevimli'nin ağzından Karayılan'ın gerçek hikayesi:

"Babam Molla Mehmet Birinci Dünya Harbi'nde Rus Cephesi'nde savaşmış, adı batası Sarıkamış'tan sağ gelmiş. Ayağından yaralanmış. O zaman Erzurum hastanesine taşımışlar, sonra da Malatya'ya hastaneye getirmişler. İyileşince de 'Savaş bitti, git evine' demişler. Geri dönünce babamı aşiretin başına geçirmişler. Karayılan için 'çoban idi', 'ırgat idi' derler ama babam Kabalar aşireti reisidir. Ayıntap'a düşman geldiğini duyunca bütün malını satıp silah almış."

Selvi kadının anlattığına göre Karıyalan hayvan sürüleri bulunan ve etrafına göre zengin sayılan bir ailenin çocuğuymuş. Bahar ve yaz aylarında Adıyaman ve Maraş yaylalarında kışın ise Antep'in 45 km kadar kuzeyinde konaklayan bir aşiretin reisiymiş. Ermeni eşkiyasının babasını öldürdüğünde 16 yaşında bir delikanlıymış. Yaylalarda sürülerini otlatırken, bir çok eşkiyayla karşılaşmış. Bu durum onun az zamanda usta bir silahşor olarak yetişmesine sağlamış. Savaştan gledikten sonra düşman kuvvetlerinin Antepe girdiğini gören Karayılan bütün alını bu yolda harcamaktan çekinmemiş.

Selvi kadın şöyle devam ediyor:

“O zaman hükümet zayıf idi. Bize hükümet bakamadı. Babam baktı. Koyunlarımızı satarmış, öközleri satarmış, sana diyeyim ekinimizi çubuğumuzu satarmış, katır yükleriyle silah satıp Fransız'a karşı çeteleri silahla donatmış. Malını satmasına ailesinden karşı çıkanlar olmuş. ‘Sen aklını mı yitirdi? Bu kadar hayvanı, malı satıp sen nereye gidiyorsun’ diyen anasına Karayılan, 'Ana Rus'un, Ermeni'nin yaptıklarını görseydin, şimdi sen de durmaz giderdin’ dermiş.

“Bana yardım etmek için geldiler buralara. ‘Sana aylık bağlayacağız’ dediler ama istemedim. Etme dedim bara yardım. Allah'a şükür benim yardıma ihtiyacım yok. Şimdilerde çok lafımı ediyorlar ama aslında babamı pek sevmediler. Ben anlatınca hep dediler ki senin baban Kürt idi. Molla Mehmet Karayılan Kürt idi; ben de Kürt'üm. Ne yapayım, inkar mı edeyim! Atatürk, Kazım Karabekir Paşa'yla düşmanı Antep'e sokma diye telgrafla haber etmiş Karayılan'a, Sarımsak Tepe'de istihkam yapmışlar, kendi oradan gâvura hücum ediyor. Ayağa kalkınca vurulmuş göğsünden. Askerine ‘Kaçman yiğitlerim, vurun namus gidiyor, Antep gidiyor’ diye bağırıp askerini kaçırmamış. Sonra diyorlar ki senin baban Kürt idi. Kürt'ü Türk'ü mü olur, bu toprağın sahibiyiz biz.”

(Zaman, 06 Aralık 2007, Perşembe; http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=621839)

KARAYILAN HİKAYESİ

(ANTEP DESTANI)

Yıl 1918-1919
Ve
Karayılan Hikâyesi


Ateşi ve ihaneti gördük
ve yanan gözlerimizle durduk
bu dünyanın üzerinde.
İstanbul 918 Teşrinlerinde,
İzmir 919 Mayısında
ve Manisa, Menemen, Aydın, Akhisar;
Mayıs ortalarından
Haziran ortalarına kadar
yani tütün kırma mevsimi,
yani, arpalar biçilip
buğdaya başlanırken
yuvarlandılar.

Adana,
Antep,
Urfa,
Maraş:
düşmüş dövüşüyordu...

Ateşi ve ihaneti gördük,
Ve kanlı bankerler pazarında
Memleketi Alman’a satanlar,
Yan gelip ölülerin üzerinde yatanlar
düştüler can kaygusuna
ve kurtarmak için başlarını halkın gazabından
karanlığa karışarak basıp gittiler.
Yaralıydı, yorgundu, fakirdi millet,
en azılı düvellerle dövüşüyordu fakat,
dövüşüyordu, köle olmamak için iki kat,
iki kat soyulmamak için.

Ateşi ve ihaneti gördük,
Murat nehri, Canik dağları ve Fırat,
Yeşilırmak, Kızılırmak,
Gültepe, Tilbeşar ovası,
gördü uzun dişli İngiliz’i.
Ve Aksu’yla Köpsu,
Karagöl’le Söğüt gölü
ve gümüş basamaklı türbesinde yatan
büyük, aşık ölü,
şapkası horoz tüylü İtalyan’ı gördü.
Ve Çukurova,
kıyasıya düzlük,
uçurumlar, yamaçlar, dağlar kıyasıya
ve Seyhan ve Ceyhan
ve kara gözlü Yürük kızı,
gördü mavi üniformalı Fransız’ı.
Ve devam ettik ateşi ve ihaneti görmekte.
Eşraf ve ayan ve mütehayyizanın çoğu
ve ağalar:
Bağdasar ağadan
Kellesi Büyük Mehmet Ağaya kadar,
düşmanla birlik oldular.
Ve inekleri, koyunları, keçileri sürüp, götürüp,
gelinlerin ırzına geçip,
çocukları öldürüp
ve istiklali yakıp yıktıkça düşman,
dağa çıktı mavzerini, nacağını, çiftesini kapan
ve çığ gibi çoğaldı çeteler
ve köylülerden paşalar görüldü,
kara donlu köylülerden.
Ve bizim tarafa geçenler oldu
Tunuslu ve Hindli kölelerden.
Ve Türkistanlı Hacı Ahmet,
Kısık gözleri,
seyrek sakalı,
hafif makineli tüfeğiyle
dağlarda bir başına dolaştı.
Ve sabahleyin ve öğle sıcağında ve akşam üstü
Ve ayışığında ve yıldız alacasında geceleyin,
ne zaman sıkışsa bizimkiler,
peyda oluverdi, yerden biter gibi o
ve ateş etti
ve düşmanı dağıttı
ve kayboldu dağlarda yine.

Ateşi ve ihaneti gördük,
Dayandık,
dayandık her yanda,
dayandık İzmir’de Aydın’da,
Adana’da dayandık,
dayandık Urfa’da, Maraş’ta, Antep’te.

Antep’liler silahşor olur,
uçan turnayı gözünden
kaçan tavşanı art ayağından vururlar
ve Arap kısrağının üstünde
taze yeşil selvi gibi ince uzun dururlar.
Antep sıcak,
Antep çetin yerdir.

Antep’liler silahşor olur,
Antep’liler yiğit kişilerdir.
Karayılan
Karayılan olmazdan önce
Antep köylüklerinde ırgattı,
Belki rahatsızdı, belki rahattı,
bunu düşünmeye vakit bırakmıyordular,
yaşıyordu bir tarla sıçanı gibi
ve korkaktı bir tarla sıçanı kadar.
Yiğitlik atla, silahla olur,
Onun atı, silahı, toprağı yoktu.
Boynu yine böyle çöp gibi ince
Ve böyle kocaman kafalıydı
Karayılan
Karayılan olmazdan önce.
Düşman Antep’e girince
Antepliler onu
Korkusunu saklayan
Bir fıstık ağacından
alıp indirdiler.
Altına bir at çekip
eline bir mavzer
verdiler.
Antep çetin yerdir.
Kırmızı kayalarda
Yeşil kertenkeleler.
Sıcak bulutlar dolaşır havada
İleri geri.

Düşman tutmuştu tepeleri,
düşmanın topu vardı.
Antepliler düz ovada
Sıkışmışlardı
Düşman şarapnel döküyordu,
toprağı kökünden söküyordu.
Düşman tutmuştu tepeleri.
Akan: Antep’in kanıydı.
Düz ovada bir gül fidanıydı
Karayılan’ın
Karayılan olmazdan önceki siperi..
Bu fidan öyle küçük,
Korkusu ve kafası öyle büyüktü ki onun,
namluya tek fişek sürmeden
yatıyordu yüzükoyun.

Antep sıcak,
Antep çetin yerdir.
Antep’liler silahşor olur.
Antepliler yiğit kişilerdir.
Fakat düşmanın topu vardı.
Ve ne çare, kader
düz ovayı Antepliler
düşmana bırakacaklardı.
“Karayılan” olmazdan önce
umrunda değildi Karayılan’ın
kıyamete dek düşmana verseler Antep’i
Çünkü onu düşünmeğe alıştırmadılar.
Yaşadı toprakta bir tarla sıçanı gibi,
korkaktı da bir tarla sıçanı kadar.
Siperi bir gül fidanıydı onun,
gül fidanı dibinde yatıyordu ki yüzü koyun
ak bir taşın ardından
kara bir yılan
çıkardı kafasını.

Derisi ışıl ışıl,
gözleri ateşten al,
dili çataldı.
Birden bir kurşun gelip
kafasını aldı.
Hayvan devrildi kaldı.


Karayılan
Karayılan olmazdan önce
kara yılanın encamını görünce
haykırdı avaz avaz
ömrünün ilk düşüncesini:
“İbret al deli gönlüm,
demir sandıkta saklansan bulur seni,
ak taş ardında kara yılanı bulan ölüm.”

Ve bir tarla sıçanı gibi yaşayıp
Bir tarla sıçanı kadar korkak olan,
fırlayıp atlayınca ileri
bir dehşet aldı Anteplileri,
seğirttiler peşince,
Düşmanı tepelerde yediler.
Ve bir tarla sıçanı gibi yaşayıp
Bir tarla sıçanı kadar korkak olana:
KARAYILAN dediler.

“Karayılan der ki: Harbe oturak,
Kilis yollarından kelle getirek,
nerde düşman varsa orda bitirek,
vurun ha yiğitler namus günüdür...”
Ve biz bunu böylece duyduk
ve çetesinin başında yıllarca namı yürüyen
Karayılan’ı
ve Anteplileri
ve Antep’i
aynen duyup işittiğimiz gibi
destanımızın birinci babına koyduk.

Nazım Hikmet

Hazım Hikmet’in Molla Mehmet Karayılan’ı konu edinmiş olması takdir edilmesi gereken bir husus olmakla birlikte, bazı mısraları eleştiri konusu olmuştur. Mesela şöyle bir eleştiri yapılmış bulunmaktadır:

“Mücadelesi ve hayatı tahrip edilen kişilerden biri de Antep savunmasının önemli isimlerinden ve şehidlerinden biri olan Karayılan’dır. Son dönemde iki televizyonda birden yayınlanan diziyle yeniden hatırlanan Karayılan kimdir?

Nazım Hikmet’e gör Karayılan ‘Antep köylüklerinde ırgattı… Yiğitlik atla, silâhla, toprakla olur, onun atı, silâhı, toprağı yoktu.’ Üstelik ‘korkaktı bir tarla sıçanı kadar.’ Geçmişi yoktur, mücadelesi yoktur, daha ilginci inancı ile ilgili bir bilgi yokturNazım’ınKarayıla tasvirinde: ‘ “Karayılan” olmazdan önce / umurunda değildi Karayılan'ın / kıyamete dek düşmana verseler Antep'i. / Çünkü onu düşünmeye alıştırmadılar. / Yaşadı toprakta bir tarla sıçanı gibi, / korkaktı da bir tarla sıçanı kadar. / Siperi bir gül fidanıydı onun.’ (http://baysungur.blogcu.com/1040-tarihi-yeniden-yazmak/5438524)