18 Mart 2010 Perşembe

ATMALILARIN SÜNNÎLİĞİ VE ALEVÎLEŞENLER


ATMALI

AŞİRETİNİN

SÜNNÎLİĞİ

İÇLERİNDEN

BİR KISMININ

ALEVÎLEŞMESİNİN

NEDENLERİ

Mehmet S. Pınarlı

Atmalılar köken olarak sünnî olmakla birlikte, aralarından, Alevîler’in meskun bulunduğu Arguvan’a (Malatya’nın ilçesi) yerleşmiş olan bir kesimin zamanla alevîleşmiş oldukları görülmektedir. Ayrıca, Malatya Doğanşehir’in Topraktepe köyüne yerleşenler de, İran’ın Kaşan şehrinden geldikleri belirtilen ve Kaşanlı olarak bilinen bir toplulukla bütünleşerek alevîleşmişlerdir. Malatya, Maraş, Antep, Adıyaman, Sivas, Kayseri, Ankara-Haymana ve Konya topraklarındaki Atmalılar ise sünnî olarak kalmaya devam etmişlerdir.

Arguvan’daki alevîleşen kesimden bazılarının (belki de hepsi, bilmiyoruz) seyyid olduklarını söylemeleri ve soylarını Hz. Hüseyin’in oğlu İmam Zeynelabidin’e dayandırmaları ve bu iddialarını lafta da bırakmayıp ellerinde şeçere bulunduğunu açıklamaları, alevîliklerinin, Atmalı kökenlerinden değil, şeçerelerinde (soy ağaçlarında) yer alan Dersim bağlantısından kaynaklandığını açıkça göstermektedir. Alevî olduğunu belirten bütün Atmalılar’ın kökeninin bir şekilde Arguvan köyleriyle ya da Malatya-Doğanşehir’in Topraktepe köyü ve İran’ın Kaşan kenti ile ilişkili olduğu görülmektedir.

Bununla birlikte, Atmalılar’ın Anadolu’ya Horasan’dan Hacı Bektaş-ı Velî ile birlikte geldiklerini ve başlangıçta alevî oldukları halde zamanla “büyük kısmı”nın Hanefî mezhebini benimsediğini iddia edenlere de rastlanmaktadır. Bu belgeden yoksun iddianın da tarihî gerçeklere aykırı olduğu görülmektedir. Hacı Bektaş-ı Velî 1210 yılında Nişapur’da dünyaya gelmiş ve 1271 yılında Nevşehir-Hacıbektaş’ta vefat etmiştir. Larousse’da şöyle denilmektedir: “Yaşamı ile ilgili bilgiler genellikle efsane ve söylentilere dayanır. Bu konuda kesin bilgi, Mevlana ile çağdaş, Babailer ayaklanmasının önderlerinden Baba İshak’ın mürit ve halifesi oluşudur. ‘Hacı’ lakabıyla anılması, hacca gittiğini gösterir. Bektaşi Vilayetnamesi’ne ve Âşık Paşa Tarihi’ne göre, Horasan’dan Sivas’a geldi, buradan Amasya’ya gidip Baba İshak’ın mürit ve halifesi oldu;….”

Atmalılar, büyük ihtimalle Bozoklar’ın Beg-dili (Beydili) boyuna bağlıdır. Bu boy ise, Moğol istilasından kaçarak 1200’lü yıllarda Halep-Antep civarına yerleşmiştir, Hacı Bektaş-ı Velî gibi Sivas ve/veya Amasya’ya değil.. Konar-göçer olmaları itibariyle de, Nişapur şehriyle bir ilgileri bulunmamaktadır. Ayrıca, Hacı Bektaş-ı Velî’nin asıl şöhretini Anadolu’da edindiğini, Horasan’dayken insanların onunla beraber göç etmelerini gerektirecek bir etkisinin bulunmadığını düşünmek gerekir. Aynı şekilde Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak da, TDV İslâm Ansiklopedisi için kaleme aldığı “Hacı Bektaş-ı Velî” maddesinde, onun, yaşadığı dönemde Anadolu’da da yaygın bir şöhrete sahip olmadığının söylenebileceğini belirtmektedir.

Somut gerçeklikten ve müşahhas sosyolojik verilerden hareketle şunlar söylenebilir:

Halihazırda köken olarak Atmalı aşiretine mensup olanların büyük çoğunluğu sünnîdir. Alevî olanlar ise, Malatya’nın Arguvan ilçesinin köylüleri ile kökeni Arguvan köylerine dayananlardır. Ayrıca Malatya-Doğanşehir’in Topraktepe köyünde yaşayan ve Kaşanlı diye bilinen kitle ile bütünleşmiş olanlar ile kökeni bu köye dayanmakla birlikte başka beldelerde yaşayan Atmalılar’ın da alevî oldukları görülmektedir. Geriye kalan asıl büyük Atmalı kitlesi ise sünnîdir.

Ayrıca, aşiretin Hacı Bektaş-ı Velî ile bağlantısı bulunduğuna dair herhangi bir belge ve güvenilir rivayet mevcut olmadığı gibi, alevî Atmalılar da kendilerini Hacı Bektaş-ı Velî ile ilişkilendirmemektedir. Nitekim, internette şu ifadeler yer almaktadır: “Bizim Elbistan havalisinde bilhassa bizim Alhaslar’da Bektaşilik değil de Şeyh Tarikatı vardı. Bunlara ‘Şeyh Tayfası’ falan derlerdi.” (http://www.bozcader.org/forum/site/printer_friendly_posts.asp?TID=368)

(Aslında Hacı Bektaş-ı Velî de sünnîdir; bu yüzden Osmanlı’da Yeniçeri ocağının pîri kabul edilmiştir. Ancak zamanla Bektaşîlik alevîleşmiş ve Hacı Bektaş-ı Velî de alevî bir figür haline getirilmiştir. Taşköprülüzade’nin 1500’lü yıllarda kaleme aldığı eserinde onun sünnî olduğunu belirtiyor olması önem taşımaktadır. Prof. Dr. M. Esad Coşan, Hacı Bektaş-ı Velî’nin Makalât adlı eserini yayınlamış bulunmaktadır. Eserin 21’inci sayfasında Hacı Bektaş-ı Velî Sünnet ü cemaat ehli”nden olma vurgusu yapmaktadır. Sünnet ü cemaat ehli, ehl-i sünnet ve’l-cemaat demektir. Hacı Bektaş-ı Velî, 31-32’nci sayfalarda şunu da söylemektedir:“Biregü [birisi] diliyile iman getürse ve gönliyile inanmasa veyahud öşrü zekatı tamam virmese veyahud hacca varuriken yoldan girü dönse veyahud Tanrı taala hükümlerinden birin batıl dutsa [Yani Şeriat hükümlerini geçersiz saysa] veyahud Muhammed-i Mustafa’ya inkarla baksa veyahud Muhammed’in ashablarının birin nahak bilse [Ashabdan herhangi birini, mesela Hz. Ömer veya Hz. Osman’ı hak dışı ya da haksız bilse] dükeli [bütün] işledügi amelleri hebaen mensura olur.” [Amelleri boşa gider, sevapları silinir.] Konuyla ilgili bir makale için bkz. http://www.kekvakfi.gen.tr/yeni_sayfa_136.htm)

Arguvan köylerinde yaşayan Atmalılar’ın kökeni, doğal olarak, diğer Atmalılar’ınki gibi, Arapgir’deki Horan/Horun (ve Deregezen) beldelerine dayanmaktadır. Burada yayınlanan diğer yazılarda aktarıldığı gibi, 1640’larda yaşanan bir olay yüzünden aşiret dağılmak zorunda kalmıştır. Bunlardan bir kısmı Arguvan’a yerleşmiş ve kendilerinden daha önce oraya yerleşmiş olan Dersim kökenli ailelerle bütünleşerek alevî kimliğini benimsemişlerdir. Nitekim bugün, kendilerinin Atmalı olmanın yanı sıra aynı zamanda seyyid olduklarını, soylarının Hz. Hüseyin’e dayandığını, bir başka deyişle “dede” soyundan geldiklerini söyleyenler bulunmaktadır. Göç olayından sonra bu dede soyundan gelenlerle temasa geçen ilk Atmalılar’ın onlarla kültürel etkileşim içine girdiği, zamanla alevîliği benimsedikleri ve aynı zamanda akrabalık kurdukları anlaşılmaktadır. Arguvan köylerine yerleşen ilk Atmalılar’ın medrese mezunu olmadıkları şüphesizdir. Hz. Peygamber s.a.s. soyundan geldiği belirtilen kişilerle karşılaştıklarında onların etkisi altında kalmış olmaları doğal karşılanabilir. Akrabalık da kurduktan sonra, salt Dersim'e uzanan kökenlerinin değil, Atmalı kökenlerinin de aslen alevî olduğunu düşünmeye başlamaları şaşılacak birşey değildir.

İnternette şöyle bir mesaj yer almaktadır:

“Ben aslen Tunceliliyim. Avusturalyada oturuyorum. Sizlerle dedemin babama anlattığı bir olayı paylaşmak istiyorum. Dedem sağlığında malatyaya geliyor. Osmanlı zamanında, Yavuz Selimin sürgün yıllarında Tunceliden Malatya Arguvana 1515 li yıllarda sürgün edilen akrabalarının torunlarını aramak için. Dedem de Kureyşan Ocağından bir Alevi dedesidir. Malatyaya geliyor, o zamanlar Arguvanda söz sahibi olan Atmalılar ile tanışıyor. Mustafendi o yıllarda aşiretin ileri geleniymiş, dedemi Şotiğe götürüyor. Dedem de onlara 1515’li yıllarda sürgün gelen akrabalarından Seyid Alinin, Oruç Dedenin isimlerini söylüyor. Mustafendi ve babası Seyid Aliyi duymadığını ancak Oruç Dedenin türbesinin bulunduğunu, bu kişilerin soyundan gelenlerin halen var olduğunu söylüyor. Rahmetli dedemin bize aktardığına göre o soydan Gışto isminde ve Şeho isminde iki kardeş varmış ama onlarda dedelik yapmıyorlarmış. Mustafendi dedeme kendilerine ait bir şecere gösteriyor. Arapça yazılı olan bu secerede Seyid Emir Hasan’dan bahsediliyormuş. Emir Hasan da İmam Zeynel Abidin soyundan gelen bir alevi dedesiymiş. Bu soydan gelen Mustafendinin ve babasının dedelik yapmadığını, ağalık yaptığını söylermiş. Bende 2006 yılında İstanbulda Bostancı Kültür Merkezinde İzzettin Doğan’ın yaptığı İnanç Önderleri Toplantısında almanyada oturan Hakkı Çıplak ile tanıştım. Benim bu yazdıklarımı onunla paylaştığımda aynen tasdikledi. Kendisinin çıplaklardan olduğunu, adı geçen Emir Hasan soy şeceresinin de kendisinde olduğunu, kendisinin de Almanyada dedelik yaptığını söyledi. Oruç dede torunlarından da bir gencin de Cem Vakfında dedelik yaptığını söyledi.” (http://www.alevileriz.biz/archive/index.php/t-43147.html)

Aynı sitede bu mesaja şöyle bir cevap verilmektedir:

“Sevgili Yılmaz CAN; Seni ve aileni selamlıyor, Ehli Beytin aşkı ile kucaklıyorum. Yazında; Kureyşan Ocağından olan kendi dedenin 1515’li yıllarda Tunceli / Nazimiye den Malatya / Arguvan'a sürgün edilen akrabalarını aramak için Malatya'ya geldiğini, burada Arguvanda söz sahibi olan Atma Aşiretinden Mustafendi ile tanıştığını, Mustafendinin senin dedeni Şotik köyüne getirdiğini, bu köyde akrabaları olan Gışto ve Şeho'yu bulduğunu söylemektesin.

“Sevgili Yılmaz; bu anlattıkların doğru. Yavuz Sultan Selim’in Anadolu’yu acılara boğduğu zulüm ve sürgün yıllarında; büyük dedem Seyid Ali ve Oruç Dede(Kureyşan Ocağının Aliyan Kolu Evladıdır) ve yakınları Tunceli / Nazimiye / Kureyşan Köyünden, Malatya’ya sürgün edilmişlerdir. Sürgün nedeni ise Şah İsmail’e verilen destektir. Sürgün geldikleri Malatya'da Arguvan ilçesinde bulunan ve kendileri gibi sürgün olarak Malatya'ya yerleştirilen Atma Aşireti içinde yeralıyorlar. Çünkü bu aşiret te bir Alevi aşiretidir ve içlerinde Dede soyundan gelenler de vardır. Zaten yukarıdaki yazınızda bunu da belirtmişsiniz.

“Mustafendi dediğimiz kişi hem aşiret ağasıdır hemde bir seyiddir. Çünkü onlarda Seyit Emir Hasan soyundan gelmektedirler. Ancak onlar da dedelik yapmamışlardır. Bu gün bu soydan gelen Hakkı Çıplak ile tanıştığınızı söylüyorsunuz. Hakkı Çıplak'ın elinde Seyid Emir Hasan soyundan geldiklerini gösteren bir "ŞECERE"name vardır.

“Ben de 5 yıldır, özellikle osmanlı devlet arşivlerinden soyumu takip etmekteyim, bir çok araştırmalar yaptım ve birçok arviş belgelerine ulaştım. Bende de 9 buçuk metre boyunda soyumuza ait "ŞECERE" bulunmaktadır. Bu şecerede SEYİD soyundan geldiğimizi görmekteyim. Bu belgeleri araştırma yapan tüm Kureyşan Ocağı mensuplarıyla paylaşmaya hazırım.

“Dedem Gışto ve kardeşi Şeyho dedelik yapmamışlardır…. Çünkü 1515 ve 2005 yılları arasında dedelik yapmadık. Zaten senin deden köyümüze geldiğinde benim büyük dedemin dedelik yapmadığını biliyoruz.

“Ama kutsal emanet olarak gördüğüm; Seyid Ali ve Kardeşi Oruç Dedenin Tunceliden beraber getirdiği; atadan babaya saklanarak bize kadar gelen Tarık (kimi yörelerde evliye, kimi yörelerde erkan denir), İmam Hüseyin Tası ve Cem Şamdanı hala evimizde muhafaza edilmektedir. Dedelik yapmamış, dedelik yapmadığı için zamanla Ocakzade olduğu unutulan dedelerim bu emanetleri saklayarak bize kadar ulaştırmaları benim için çok büyük değere haizdir. Çünkü bu emanetler Ocakzade olduğumuzun bir göstergesidir.

“Almanya'da oturan Hakkı Çıplak Dedemizde bulunan "ŞECERE"nameyi de bizzat incelemiş bulunmaktayım. İmam Zeynel Abidin soyundan gelen seyid Emir Hasana aittir. Kendileri de bu zatın torunlarıdır. Bir Kureyşan Ocağı evladı olarak, sürgünlere uğramış, baskılardan geçmiş, Dedelik hizmetini yapamamış Atalarımın yolunu yeniden 480 sene sonra sürdürmenin tatlı huzurunu yaşıyorum. Sevgili Yılmaz, buraya bana ulaşabileceğin msn adresimi yazıyorum. Deden yıllar önce dedemi aramış, şuan sen de bizi aramaktasın. Seni bulduğum için ben de çok mutluyum. En kısa zamanda buluşmak üzere, sevgiyle kal... sinan.boztepe@hotmail.com Sinan BOZTEPE Dede.”

Buradaki Kureyşan, muhtemelen Kureyş kabilesiyle ilgili bir adlandırmadır. Aliyan kolu ile de Hz. Ali evladının kastedildiği düşünülebilir. Mustafendi isimli şahsın hem aşiret (Atmalı) ağası, hem de seyyid (Hz. Ali soyundan) olduğu belirtiliyor. Ayrıca, “Sürgün geldikleri Malatya'da Arguvan ilçesinde bulunan ve kendileri gibi sürgün olarak Malatya'ya yerleştirilen Atma Aşireti içinde yeralıyorlar” denilerek, iki farklı soyun karıştığı anlatılmaktadır.

Bütün bunlardan, Arguvanlılar’ın alevîliğinin, Atmalı kökenlerinden değil, 1515 yılına uzanan bir sürgünle kurulan Dersim bağlantısından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Kökenlerini Dersim üzerinden İmam Zeynelabidin’e (Hz. Hüseyin’in oğlu) dayandırmaktadırlar. Atmalı aşiretinin diğer fertlerinin ise, bugüne kadar, bir seyyidlik iddiasında bulundukları ve soylarını Hz. Hüseyin’e ve Hz. Peygamber’e (s.a.s.) dayandırdıkları görülmüş değildir. Şayet Atmalı aşiretinde Hz. Peygamber’e (s.a.s.) uzanan bir soy bağı bulunsaydı, bu nesilden nesile aktarılır ve herkes tarafından bilinirdi.

Buna karşılık, Arguvan-Kömürlük köyünden Gazi Duvarcı tarafından, 1640’larda yaşanan olay sonrasında dağılan Atmalılar’ın asimile oldukları ve sünnîleştikleri ileri sürülmektedir. Bu noktada asimilasyon kavramının kullanılması nezaketsizlik olduğu gibi, aktarılan iddia, hem tarihî gerçeklerle hem de günümüzün sosyolojik verileriyle bağdaşmamaktadır. Aksine, aslında Arguvanlı Atmalılar’ın, yerleştikleri çevreyle etkileşim içine girip alevîliği benimsedikleri söylenmelidir. Mesela Darende ve Kuluncak Atmalıları’nın yaşadığı köylerin hiçbirisi alevî köyü değildir. Doğanşehir’deki Atmalı köylerinden de sadece Topraktepe alevîdir.

Öte yandan, Arapgir’in alevî köylerinin sayısı, bazılarınca 17’ye kadar çıkarılmaktadır. Doğal olarak, Arapgir’in alevî köyleri arasında, şu anda Atmalılar’ın yaşadığı Deregezen yer almamaktadır (http://www.aleviforum.com/showthread.php?t=36911). Arguvan’ın neredeyse bütünüyle alevî olması (Sünnî köylerin sayısı sadece beş), o bölgeye yerleşen Atmalılar’ın alevîliklerinin sebebini açıklamaktadır. Arapgir’de alevîlerin sünnîlere göre sayıca az olması da, daha ilk bakışta, önyargısız olarak, Atmalılar’ın köken olarak sünnî olduklarını düşünmeyi gerektirir. Şayet Deregezenliler alevî olsa veya Arapgir’de alevî nüfus çoğunlukta olsaydı, sünnî beldelere yerleşenlerin ortama uyum sağlamış olmaları ihtimali akla gelebilirdi. Oysa, mevcut durumda, bu ihtimal sadece Arguvan’daki Atmalılar için varittir.

Ayrıca, Arguvan köyleri ile Doğanşehir-Topraktepe köyünden ayrılıp başka beldelere yerleşen alevî Atmalılar’ın neden “asimile” olmadıkları sorusu da cevap beklemektedir. Diğer Atmalılar asimile olmuşsa bunlar neden olmamış ve olmamaktadır?

Mesela biz sünnîyiz; aslında alevî olup da zamanla sünnîleştiğimize dair elimizde hiçbir veri mevcut olmadığı gibi, böyle bir rivayeti büyüklerimizden duymuş da değiliz. Dedemin babaannesinin adının Ayşe olduğunu nüfus kayıtlarından biliyoruz. (Dedemin annesi ile hanımının adı da Ayşe ve kendisinin adı Ömer. Hz. Aişe, Hz. Ebubekir’in kızı olduğu ve Cemel Vakası’nda Hz. Ali ile karşı karşıya geldiği için Şiîler arasında Ayşe adı sevilmez.) Dedemin babasının doğum tarihi 1846, dedemin dedesinin doğum tarihini ise bilmiyoruz. Fakat, doğum tarihinin 1826-27 öncesi olduğu tahmin edilebilir. Alevîler’de Ayşe ismi konulmadığına göre, büyük babaannemizin babasının kızını evlendirdiği dedemin dedesinin, köken olarak alevî olması ve sünnîleşmiş bulunması mümkün değildir. Aksi takdirde böyle bir evlilik gerçekleşmezdi.

Sünnî Atmalılar’ın zamanla sünnîleştikleri, aslında alevî oldukları tezinin, herhangi bir bilgiye dayanmayan bir kurmacadan ibaret olduğu görülmektedir. Böyle birşey olsaydı, sözkonusu Horan’dan (Horun) göç olayı gibi bunun da aileler içinde naklediliyor olması gerekirdi. Mesela, çok samimi bir arkadaşım, büyük dedelerinin köken olarak alevî olduğunu, sünnîleşmiş bulunduklarını bana bir aile sırrı olarak söylemişti. Böyle bir bilginin bir aile içinde kaybolması mümkün değildir, bir şekilde aile sırrı olarak kuşaktan kuşağa aktarılır. Arguvan köylülerinin köken olarak kendilerini eskiden beri alevî kabul etmeleri ise, evlilik yoluyla alevî kökenlilerle karışmış olmalarından ve atalarının bir bölümünün zaten alevî olmasından kaynaklanmaktadır. Bu durumda onlar için sonradan alevîleşme diye bir durumdan söz etmek, söz konusu alevî ataları dikkate alındığında, gereksiz hale gelmektedir.

Yukarıda sözü edilen trajik göç olayı sonrasında Arapgir-Horan’ı (Horun) terk edenlerden bir bölümünün, geleneksel olarak devlete (Osmanlı’ya) muhalif olan Alevîler’in yanında (Arguvan’da) kendilerini daha güvende hissettikleri, onların çevresine sığındıkları ve yanlarında sünnî kimliklerini vurgulamaktan kaçındıkları anlaşılmaktadır. İletişim ve ulaşımın gelişmemiş olduğu bir dönemde, devlet baskısının yoğun bir şekilde hissedildiği bir yerde, bu şekilde bir organize öldürme olayına karışmış olanların nasıl bir halet-i ruhiye ve korku içinde olacakları tahmin edilebilir. (Nitekim Arguvan’ın Kömürlük köyünden Gazi Duvarcı şöyle demektedir: “Memi Ağa ve kendisiyle gelen aşiret halkı kaçıp Kızık’a yerleşmişlerdir… Belli bir süre sonra da dağlık yerlere çekilip gözden kaybolacak, dağların arkasına, daha güvenli münasip yerlere yerleşmişlerdir.” (http://www.arguvankomurluk.com/arguvan/?dId=78) Atma’dan ayrılanların bir bölümünün, kendilerini devlete ihbar etmeyecek olan Alevîler’le yakınlaşmaları ve onların yanında kimlik farklılıklarını açığa vurmaktan kaçınmaları anlaşılabilir bir durumdur. Birkaç kuşak sonra da, aslında sünnî olduklarını unutmuş veya önemsemez hale gelmiş olmalıdırlar. Ayrıca, soy olarak kendilerine nisbetle asil gördükleri, neseb olarak Hz. Peygamber’in s.a.s. torunlarına dayandıkları belirtilen kişilerden etkilenmişler ve hatta onlarla akrabalık kurmuşlardır. Arguvan köylerinden başka beldelere gidenler de olmuş, fakat gittikleri yerlerde herhangi bir “asimilasyon” olayı yaşamadan alevî kimliklerini sürdürmüşlerdir. Mesela Arguvan Kömürlük köyünden Sivas-Gürün’ün alevî Güldede köyüne yerleşen Atmalılar bulunduğu belirtilmektedir. [Çopur soyismini taşıyanların Arguvan Kömürlük köyünden geldiği belirtiliyor. http://www.facebook.com/group.php?gid=40158732504)]

Mehmet Bayrak da, Gürün-Karakuyu köyünde Sinemilli ve Atma aşiretinden alevîlerin yaşadığını ileri sürmektedir (İçtoroslar’da Alevi-Kürt aşiretleri [Sinemilli ve Komşu aşiretlerinin tarihi-edebiyatı], Ankara: Özge Yayınları, 2006, s. 97). Karakuyulu Atmalılar’ın kökeni Doğanşehir-Topraktepe’ye dayanmaktadır. Bunların da sünnîleşmesi gibi bir durum yaşanmamıştır.

Buna karşılık, Gürün’de Atmalılar’ın yaşadığı başka köyler de bulunmaktadır. Karadoruk ve Dürmepınar köylerinde Atmalı aileler yaşadığı gibi, Akdere köyünün yarısı Atmalıdır (site.mynet.com/akdere55). Böğrüdelik köyünde de Korkmaz soyadlıların Atmalı aşiretinden olduğu belirtiliyor (www.avrasyaforum.com/showthread.php?t=45463). Kılıçdoğan ve Golusık (?) köylerinde de Atmalılar yaşıyor (http://www.radyodarendemkekec.tr.gg/). Bu köylerdeki Atmalılar’ın sünnî olmaları, açıktır ki, Atmalılar’ın köken olarak sünnî olmalarının bir sonucudur. Dürmepınar köyüne yerleşmiş olan Atmalılar’ın Ankara-Haymana’dan gelmiş olmaları, Haymana Atmalıları’nın da sünnî olduklarını göstermektedir. Benzer şekilde, Gaziantep İshahiye ve Adıyaman Besni’deki Atmalılar’ın yaşadığı köylerin sakinleri de sünnîdir. ‘Babam’ adlı kitabın yazarı Malatya-Doğanşehirli Muammer Şahin’in eserinde aktardığı şecerelerinde yer alan Ömer ismi, onların da sünnî olduğunu ortaya koymaktadır. (Muammer Şahin’in merhume annesi İstanbul-Fatih’in Sofular Mahallesi’nde, Yeşiltekke Sokağı’nda komşumuzdu ve “Hacı Anne” diye bilinirdi. Sünnî olduklarını biliyoruz. Fakat o zaman onların Atmalı olduğunu bilmiyorduk.) Yine, Sivas-Ulaş’ın Örenlice (Sert Mahmut) köyü sakinlerinden Ossolar (Osman) sülalesine mensup Arslan, Aslan, Tırşo, Hüyük, Özkan ve Hatipoğlu ailelerinin Atmalı Türkmenleri’nden olup Malatya Atmalı’dan geldikleri belirtilmektedir (http://www.sivaslilar.net/forum/archive/index.php/t-11746.html) (Bilindiği gibi, Hz. Osman Emevî sülalesinden olduğu ve Hz. Ali’den önce hilafet makamına geçtiği için Alevîler arasında Osman adına rastlanmaz. Benzer şekilde Sünnîler Muaviye ismini almaktan kaçınırlar. Fakat, Alevîler’den farklı olarak, Yezid yüzünden bütün Emevîleri suçlamak gibi bir tutum sergilemekten uzaktırlar. Her ne kadar Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i severlerse de, Hz. Peygamber s.a.s.’in kayınbiraderi olan ve vahiy kâtipliği yapmış bulunan bir sahabe olmasından dolayı Muaviye r. a.’e dil uzatmak istemezler.)

Darende civarında yaşayan Atmalılar’ın tamamının sünnî olduklarını biliyoruz. Bu, geçmişte de böyleydi, nitekim 1841 tarihli bir belgede, aralarında Bekir isimlilerin bulunduğu belirtilmektedir: “Maraş eyaleti dahilinde de, Atmalı ve Dumanlı aşiretlerinin kiracılık yaparak geçimlerini temin ettikleri görülmektedir. Maraş yöresinde kiracılık yapmak suretiyle geçimini sağlayan bu aşiret mensupları da eşkıya saldırılarından kurtulamamışlardır. Bu cümleden olarak, Darende civarında yaşayan Atmalı ve Dumanlı aşiretleri ahalisinden olup, Kiracı Taifesi’nden Hasan, Yusuf, Bekir, Mehmet, Süleyman ve Kurt adındaki şahıslar 1841 yılında Darende kazasına tabi Müncelik köyünden Burun Mevkii’ne kira karşılığı götürmek üzere zahire yüklemişlerdi….” (Faruk Söylemez, “XVIII. Yüzyıl Başlarından XIX. Yüzyıl Ortalarına Kadar Maraş ve Çevresinde Eşkıyalık Hareketleri”, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 22, Yıl: 2007/1 (69-85 s.), s. 74; sbe.erciyes.edu.tr/dergi/sayi_22/5-%20(69-85.%20syf.).pdf)

Ayrıca, Atmalılar’ın dağıldıkları yerleşim yeri olan Horan’a (Horun) iki km mesafedeki Deregezen köyünde yaşayan Atmalılar’ın Bölükbaşı soyadını taşıdıkları, Muammer Şahin’in “Babam” adlı kitabında bildirilmektedir. İnternetteki resimlerinden de anlaşılabileceği gibi, Deregezen gayet güzel bir camiye sahip olan sünnî bir köydür (Aynı şekilde Adıyaman-Besni Atmalı ve Gazianteb-İslahiye Atmalı köyleri de, internetteki resimlerinin de gösterdiği gibi, camili köylerdir). Bölükbaşı soyadı taşıyanların atalarının, fazla uzaklaşmayıp olayın geçtiği yerin yakınına yerleştikleri anlaşılmaktadır. Göç edenlerin kimliklerini saklamaları ve bunun sonucu olarak içinde bulundukları ortama uyum sağlamaları mümkündür ve Arguvan köylülerinin bu durumda oldukları anlaşılmaktadır. Uzağa göç etmeyip yakınlarda kalanlar ise, çevre tarafından bilinirler. Onların kimliklerini saklamalarının bir anlamı ve yararı olmaz, çünkü zaten kim oldukları bellidir. Sivas-Divriği'ye bağlı Atmalıoğlu köyünün Atmalılar’la bir ilgisi bulunup bulunmadığını bilmiyoruz, fakat bu köy de camili bir köydür (divrigimuftulugu.gov.tr/camilerimiz.htm). Zamanında Besni’ye bağlı bulunmakla birlikte günümüzde Pazarcık sınırları içinde yer alan bir köyde yaşamış bulunan meşhur Molla Mehmet Karayılan’ın (kendisinin imamlık yapmış bir insan olmasının yanı sıra) annesinin adının Ayşe olduğu da bilinmektedir.

Jandarma Genel Komutanlığı’nca 1970’li yıllarda Kürt aşiretlerine ilişkin hazırlandığı ve Kaynak Yayınları’nca 1998’de “Aşiretler Raporu” adıyla yayımlandığı belirtilen bir belgeye göre, 1970’li yıllarda Kahramanmaraş’ın Pazarcık, Afşin, Elbistan ve Türkoğlu ilçeleri ile Malatya’nın Doğanşehir ilçesinde yaşayan Atmalılar’ın toplam nüfusu 19 bin 29’dur. Bunların bir bölümü Hanefî, bir bölümü Şafiî, bir bölümü de Alevîdir. Hepsi de Kürtçe’nin Kırmanç lehçesini konuşmaktadır. Hanefîler Elbistan’ın İkizpınarı, Hasanalili (Hasanali), Topkırankale (Tapkırankale), Atmalıkaşanlı, Dervişçimli, Günaltı, Topkıran (Tabkıran), Türkören, Karahasanuşağı köylerinde (Türkören ve İkizpınar dışındaki köyler komşu olup Darende’nin güneyinde, Elbistan ile Akçadağ arasında yer alıyor. Türkören ve İkizpınar diğerlerinden kopuk durumda; onların kuzeybatısında ve komşu durumdalar), Malatya-Doğanşehir’in Beğre ve Gövdeli köylerinde (Yukarıda adları geçen köylerden ilk grubun hemen güneyinde yer alıyorlar), Pazarcık’ın Ganidağı, Göçer, Hasankoca, Kızkapanlı, Sadakalar, Turunçlu, Güngördü, Karahüyük, Akcalar (Akçalar), Kizirli (Kizir), Tilkiler, Çöçelli köylerinde ve Türkoğlu ilçesinin Çullu, Çakallı ve Hasanoğlu köylerinde yaşamaktadırlar. Şafiîler ise Pazarcık Merkez ilçe ile Abbaslar, Karacasu ve Tevekkelli köylerinde ikamet etmektedir. Alevîler’e gelince, Pazarcık İlçe Merkezi ile Elbistan’ın Kalaycık, İkizpınarı, Hasanalili, Topkırankale, Atmalıkaşanlı, Dervişçimli, Günaltı köylerinde, Afşin’in Türkçayırı, İncirli, Çomudüz, Deveboynu köyleri ile Torunkalfa ve Domuzderesi obalarında yaşamaktadırlar. (Mehmet Bayrak, İçtoroslar’da Alevi-Kürt aşiretleri [Sinemilli ve Komşu aşiretlerinin tarihi-edebiyatı], Ankara: Özge Yayınları, 2006, s. 107-117; "Gizli belgelerde Maraş yöresindeki aşiretler", http://www.tawdilo.com/index.php?option=com_content&view=article&id=826:gzl-belgelerde-mara-yoeresndek-aretler&catid=93:nceleme-aratirma&Itemid=158)

Ancak, bu bilgilerin sağlıklı olmadığı görülmektedir. Raporda dil olarak sadece Kürtçe gösterilmiştir. Halbuki bu havalide Kürtçe konuşan herkes Türkçe'yi de iyi bilir ve konuşur. Dolayısıyla dil olarak "Türkçe ve Kürtçe" denilmeliydi. Asıl önemlisi, Elbistan sınırları içinde yeralan İkizpınarı, Hasanalili, Topkırankale (Tapkırankale), Atmalıkaşanlı, Dervişçimli ve Günaltı gibi köyler hem Hanefî hem Alevî köyü olarak gösterilmiştir. Bizzat Alevîler’in kendileri, bu köylerden sadece Hasanali (Hasanalili), Atmalıkaşanlı ve Günaltı köylerinin alevî köyü olduğunu doğrulamaktadır (http://www.aleviforum.com/showthread.php?t=29762&page=9). Afşin köyleriyle ilgili olarak verilen bilgilerin de güvenilir olmadığı kesindir. Nitekim, anılan köylerden Çomudüz’ün yarı sünnî, yarı alevî olduğu, Deveboynu’nun ise Çerkez köyü olduğu ifade edilmektedir (http://www.aleviforum.com/showthread.php?t=29762&page=5). Ayrıca, Maraş’ın Çullu ve Çakallı adlı iki ayrı köyü yoktur, Çakallıçullu vardır. Hasanoğlu adlı bir köy de mevcut değildir. Pazarcık’ın da Töreler ve Güngördü adlı köyleri bulunmamaktadır. Abbaslar köyü de Pazarcık’a değil, Kahramanmaraş merkeze bağlıdır. Aynı şekilde Karacasu da merkeze bağlı bir belediyeliktir. Tevekkelli de merkeze bağlıdır ve kökenleri Nurhak’a dayanmaktadır. Hasanoğlu da Pazarcık’a değil, Araban’a bağlıdır.

Ayrıca toplam nüfus olarak verilen 19 bin 29 rakamının da, köy adlarının hem Hanefî hem Alevî olarak mükerrer biçimde sayılması gibi, mükerrer (tekrarlanan) rakamların toplanmasından oluştuğu anlaşılmaktadır. Nitekim, resmî belgelere göre, 1911 yılında Maraş’a bağlı topraklarda yaşayan Atmalı aşireti mensupları sadece 112 haneydi ve nüfusları da 597’ydi. (Nermin Zahide Aydin, Maraş’ta Gayrimüslimler ve Kurumları, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dali Tezsiz Yüksek Lisans Projesi, Eylül - 2007; kutuphane.ksu.edu.tr/e-tez/sbe/T00737/nermin_zahide_aydin_tez.pdf) Osmanlı’nın etnik kimlikleri yok saymak gibi bir politikası bulunmadığı için, bu rakamlardan kuşkulanmak için bir neden bulunmamaktadır. Rakamlarda hata olabilir, fakat bunun kasten yapılmış bir hata olacağını düşünmek gereksizdir. Buna karşılık, 1919 yılında bölgeyi gezen Binbaşı Noel şöyle demektedir: “Atmi Kürtlerinin sayısı Pazarcık, Besni ve Elbistan kazalarına yerleşmiş olan yaklaşık 2500 aileden oluşmaktadır. Pazarcık ve Besni’de yerleşmiş olanlar tam göçebedir, yani kış ile yaz ikametgahları farklıdır. Yazları uygun otlak bulmak için dolaşırlar. Elbistan’da ise köyleri daha çok tepelerde bulunmaktadır, yazın ise daha çok sineklerden kaçmak için yaylaya çıkarlar.” (Mehmet Bayrak, İçtoroslar’da Alevi-Kürt aşiretleri [Sinemilli ve Komşu aşiretlerinin tarihi-edebiyatı], Ankara: Özge Yayınları, 2006, s. 197.)

2 bin 500 aile, en az 10-15 bin kişi demektir. Bu rakamın çok abartılı olduğu, bugünkü Atmalı köylerinin sayısından bile anlaşılabilir. Noel’in herhangi bir sayım yapmış bulunması söz konusu olmadığı gibi, o sırada ajan-provakatör olarak faaliyet gösteren, Kürtler’i ve Kürtçe konuşan toplulukları kışkırtmaya çalışan bir gizli servis elemanı olması nedeniyle çarpıtmalarda bulunduğu anlaşılmaktadır. Noel ayrıca, sanki Atmalı isminin kökenini çok iyi biliyormuş gibi, aslında Kürtçe Atmi olan aşiret ismini Türkler’in Atmalı şeklinde Türkçeleştirdiklerini iddia etmektedir. Böylece aslında, İngiltere’nin sömürgelerinde uyguladığı yöntemlerden hareketle genelleme yapmakta, psikologların “yansıtma (projection)” adını verdikleri mekanizmaya sarılmaktadır. Atmalı aşiretinin tarih sahnesine ilk çıktığı andan itibaren belgelerde Atmalı adı kullanılmış, ayrıca bunların Türkmen Ekradı ya da Ekrad (Kürtler) oldukları belirtilmiştir. Osmanlı’nın Türkçeleştirmek ya da Türkleştirmek gibi bir politikası olsaydı, Begdili (Beydili) boyu gibi Bozoklar’dan olan bir boyu bile “Begdilisu Ekradı” (Beydili Kürtleri) diye adlandırmak gibi bir tutum sergilemez, tam aksine, Kürt aşiretlerinin ismine “Türkmen” ifadesini eklerdi. Halbuki, hiçbir Kürt aşireti için böyle bir tutum sergilenmemiştir. Atma aşiretine Atmi denilmesinin Kürtçe’yle bir ilgisi de bulunmamaktadır. Abdullah’a Apo denilmesi, Abdullah isminin Kürtçe Apo’dan bozma olduğu anlamına gelmez.

Binbaşı Noel’e göre, Atmi (Atma) aşireti sünnî ve şiîlerden oluşuyordu. Ancak, Atmilerin reisi Yakup Paşa’nın sünnî olduğunu ayrıca belirtmektedir (Aktaran: Mehmet Bayrak, a.g.e, s. 189). Pazarcıklı Alevîlerden Atma aşiretine mensup olduklarını söyleyenler bugün de mevcuttur. (http://www.aleviforum.com/showthread.php?t=29762&page=9) Bunların Arguvan’dan gelmiş olmaları nedeniyle alevî oldukları anlaşılmaktadır. Nitekim Hamza Aksüt şöyle demektedir: “Atma ağaları, bir röportajda şöyle demişlerdi bana: ‘Biz, Irak’taki Kelhur aşiretinden gelmişiz; ama Kelhur nedir, ne değildir, bilmiyoruz. Oradan Berezi’ye gelmişiz, Berezi’den Arguvan’a. Bir kısmı da Arguvan’dan bölünmüş, Pazarcık’a gitmiş.’” (http://atmali.blogspot.com/)

İnternette yer alan diğer bir metin de, Arguvan alevîleri ile Maraş alevîleri arasında bir bağ bulunduğunu göstermektedir. Söz konusu metinde “Elbistan-Akçadağ Alevileri” başlığı altında şunlar aktarılıyor: “Aleviler dağlara sığınmaya çalışırken bir kısmı da Elbistan Akçadağ yöresine yerleşti. Çoğunluğu Kürt olan ve ilk gelen babanın ismi ile anılan komşu köyler kurdular. Kürecik, Kürne, Atma, Tof kıran (Sin- mil) Sina milli, Al-has, aşiret isimleri ile geçimlerini sağlamak için ayrı ayrı yerlere yerleştiler. Bu aşiretler de, yine ilk baba adı ile birbirlerine bitişik yerlere yerleşip köy kurdular. Örneğin: Atmi’lerden, Has ve Al kardeşler yan yana iki yerde yaşam sürerken, Al ve Has’ın ilk geldikleri yere ‘Hasan Ali’ Has’ın yerleştiği yere de (esmer olduğu için) ‘Kara Hasan’ dendi. Amcaoğlu Kist’in yerleştiği yere de Kistikan (Kistikler) dendi. Elbistan’ın kuzeybatısına göç edenlere ‘Çom’, Adıyaman bölgesinde kalanlar da ayrı isimlerle anıldılar. Ancak Atmi (Atmalı) olduklarını unutmadılar. Sinamilliler (Sine-mille), Al-Haslılar, Tof kıranlılar, Kürecikliler, Kürneliler de ilk baba isimleri ile köy kurdular, ancak aşiretlerinin ismi ile anıldılar.” (http://aligocmen.blogcu.com/aleviler-ve-alevilik-16-21/5097255)

Burada sözü edilen Al-Has’ın (Alhas), Arguvan’daki Atmalı kökenli Alhasuşağı köyü ile ilişkili olduğu ilk bakışta anlaşılmaktadır. Ancak, bu metindeki sorunlardan birini bazı Atmalı toplulukların ayrı aşiretlermiş gibi anılması oluşturuyor. Muhtemelen Sinemilli aşireti için de aynı durum söz konusudur. Diğer bir sorun ise, sanki bütün Atmalılar alevîymiş gibi bir izlenim verilmiş olmasıdır. Karahasan isminin ise, Maraş civarındaki Atmalılar’ın bilinen ilk reisi olarak görünen Kara Hasan’a dayandığı düşünülebilir. Bununla birlikte, onun soyundan gelenlerin önemli bir bölümünün alevî değil sünnî olduğu biliniyor. Nitekim İstiklâl Harbi sırasındaki aşiret reisi Yakup Paşa’nın sünnî olduğunu Binbaşı Noel de günlüklerinde dile getirmektedir. Ancak Yakup Paşa’nın (Paşa Yakup) alevî Sinemilli aşiretinin reisinin kızıyla evlendiği bilinmektedir. Yöredeki bazı Atmalılar’ın alevî olmasının nedeninin birincisi Arguvan kökenli olmalarından, ikincisi İran-Kaşan kökenlerinden, üçüncüsü de yöredeki alevîlerle kurulan akrabalıklardan kaynaklanıyor olduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, Atmalılar’ın çoğunluğu yine de sünnî olarak kalmaya devam etmiştir.

Yukarıdaki alıntıda geçen “Çom” ismi ise, Elbistan’ın kuzeybatısında yer alan ve Afşin’e bağlı olan Çomudüz köyünü akla getirmektedir. Köylerin baba adı ile kurulması iddiası sadece Hasanali ve Karahasan gibi isimler için mantıklı görünmektedir.

Darende’nin Başkaya (Melik/Melikler) köyünde yaşamakta olan yaşlı bir akrabamızın anlattığına göre, (Horan’dan göç olayından sonra) Darende’nin Kurşunlu köyüne yerleşenler olmuş. Burada bulunan ve Happa Hatun’un oğulları olan ve Köm, Tam ve Has olarak adlandırılan üç kardeş, farklı yerlere yerleşmişler. Köm, Darende’nin Kömüklü, Tam ise Temüklü köyüne yerleşmiş. Has ise Elbistan’da ikâmet etmeye başlamış. (Happa ismini ilk defa duyduğumu belirtmem gerekiyor. Bununla birlikte, internette yaptığım bir taramadan, Happa ve Habba isimlerinin Anadolu’da kullanıldığını öğrenmiş bulunuyorum. I. Mahmut’un hanımlarından birinin adı da Habba imiş. Habba; hub, habib ve muhabbet kelimeleriyle aynı kökten gelen ve “Sevdi” anlamını taşıyan Arapça bir kelimedir. Öte yandan, “Tam” ismi ile “Temüklü”nün “Tem”i arasında bir ilişki olamayacağını belirtmek gerekiyor. Çünkü Temüklü, 16. yüzyılda bile mevcut olan bir köydü. Bkz. Osman Taşkın, XIX. Yüzyılda Darende Kazası’nın Fiziki, İdari, Sosyo-Ekonomik Yapısı, Sivas: Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, yüksek lisans tezi, 2002, s. 48.)

Görüldüğü gibi, Al (Ali) ve Has (Hasan) kardeşlerden farklı olarak, Has, Köm ve Tam kardeşlerden söz edenler da var. Ancak, isimlerde tekel yoktur ve aynı dönemde bile pekçok ailede ortaklaşa kullanılıyor olabilir. Bununla birlikte, Köm ve Tam’ın Has’ın yanı sıra, ismi anılmayan Al (Ali) isimli bir kardeşleri daha olabilir; bilmiyoruz. Al-Has, Ali Hasan isminin kısaltılmış biçimi de olabilir, fakat geçmişten bu yana Alhas isminin farklı yörelerde kullanılmış olması, bunun bağımsız bir isim olabileceğini de akla getirmektedir.

Öte yandan, Maraş-Afşin ilçesi Kaşanlı, Örenli, Haticepınar ve İnci köyleri ile Elbistan Atmalı Kaşanlı (Atmalıkaşanlı), Malatya-Doğanşehir Topraktepe ve Sivas-Gürün Karakuyu köylülerinin akraba oldukları belirtilmektedir (http://nn-no.facebook.com/group.php?v=wall&viewas=0&gid=32929115806). Karakuyulular Afşin’deki Kaşanlı, Örenli ve Haticepınar köylerinden gelip Karakuyu’ya yerleşmişlerdir http://tr.wikipedia.org/wiki/Karakuyu,_G%C3%BCr%C3%BCn). Sözkonusu Afşin köylüleri ve bu arada Karakuyulular aslında Malatya-Doğanşehir’den gelmedir. İnternette yer alan bir metinde şöyle denilmektedir: “Kaşanlı, 1400’lü yılların sonunda İran'ın Kaş şehirinden gelip Mardin'e yerleşmiştir. Mardin'den dinî nedenlerden dolayı göç etmek zorunda kalmışlar. 2 veya 3 ev Diyarbakır'a gitmiş. Geri kalanlar Malatya'nın Doğansehir ilçesine, şu anki ismiyle Topraktepe Köyü olan köye yerlesmişler. Bir kısmı ordan şu anki ismiyle Elbistan ilçesine bağlı Atmalı Kaşanlı olan köye gelmiş ve oraya yerleşmişlerdir. Bundan 294 yıl önce yani Karabekirler zamanında şu anki Afsin Kaşanlı köyüne gelmisler. Karabekirler Cogulhan yerine vermişler ama kabul etmemişler. İlla da Karakaya'yı istiyoruz demişler. Daha sonra Örenli, Hatice Pınarı ve İnci köyleri kurulmuş.” (http://www.turkcebilgi.com/ka%FEanl%FD,_af%FEin/ansiklopedi)

İran’ın Kaş değil, Kaşan diye bir şehri mevcuttur. Kaşan, İran’ın iç ya da orta kısmının kuzey batısında yer alır. Tahran’la İsfahan arasındadır.

Kara Hasan’ın soyundan gelen Hüseyin Ecer ise şöyle demektedir: “Kaşanlı olarak bilinen Raşiler olarak İran Kaşanlıdan iktidar karmaşasında Beyler savaşı nedeniyle dedelerimizin topraklarını bırakıp Anadolu’ya göç ettikleri rivayet değil, atalarımızdan sözlü olarak aldığımız tarihsel bir bilgidir, ama Horasan’dan Dersim üzeri değil Mardin Diyarbakir (Amed) yolu izlenerek.” (http://www.facebook.com/topic.php?topic=9634&post=53783&uid=32929115806#post53783)

Hüseyin Ecer ayrıca şunları söylemektedir: “Osmanlı tapu kayıtlarında ise Malatya Doğanşehir havzası ile Elbistan AtmaliKasanli, Hasanali, Kistik bolgeleri 12 baba adına tapuludur, ancak bir dönem Besni Beyliğine 1900 sonrası ise Fındık Beyliğine verilmistir. Bugün bile halen Kistik ve AtmaliKasanli tartışmalı yaylası dedemiz PirHusin uzerine gorünmektedir…. biz sozlü aktarılan tarihimizde Yegen dedemizin, oğlu Nasir ile 1750’li yıllarda Topraktepe köyü olarak bilinen GundeKoşi’de ilk iskanı yaptığını biliyoruz.” (http://atmalilar.org.tr/forum/index.php?topic=50.0)

Ecer’in Besni Beyliği’nden kastı, Besni Sancağı veya Nahiyesi olmalıdır; çünkü hiçbir zaman Besni Beyliği diye bir beylik kurulmamıştır. Fındık Beyliği’nden kasıt da, Malatya-Doğanşehir’in Fındık köyü olabilir. Hüseyin Ecer, ayrıca, şeceresini Kara Hasan’a dayandırmaktadır: “… bildiğimiz, dedemiz PurHusin’in KelHasan isminde bir kardeşi olduğu ve HaseRaş'in çocuklari olduğudur. Ayrıca on iki kardeşden ulaşabildiğim IveRaş, OlaRaş, XaleRaş isimlerindeki amcalarıdır. Babalarının isimleri ile kısa künye tanıtıldığında babaları Raş’dır. Raşe Koşi. Raş bilindiği üzere esmer, kara tenli, koyu anlamındadır. Osmanlı tapu kayıtlarında ise Malatya-Doğansehir havzası ile Elbistan Atmalı Kaşanlı, Hasanali, Kistik bölgeleri 12 baba adına tapuludur, ancak bir dönem Besni Beyliğine, 1900 sonrası ise Fındık Beyliğine verilmistir. Bugün bile halen Kistik ve Atmalı Kaşanlı tartışmalı yaylası dedemiz PirHusin üzerine gorünmektedir.” (http://www.facebook.com/topic.php?topic=9634&post=53783&uid=32929115806#post53783) Aynı yerde Ecer, “raş” kelimesinin “kara” anlamına geldiğini, HaseRaş’ın “Kara Hasan” olduğunu söylemektedir.

Bütün bunlardan şu sonuç çıkmaktadır: Arapgir Horan (Atma) köyünden ayrılıp Doğanşehir’in Topraktepe köyüne yerleşen Atmalılar, orada, İran’ın Kaşan şehrinden geldikleri için Kaşanlı diye adlandırılan alevî toplulukla bütünleşmişler ve alevîliği benimsemişlerdir. Nitekim Hüseyin Ecer, Topraktepeliler olarak Alevîliklerinin kökenini şu şekilde açıklamaktadır: “... Bilinen tarihiyle alevi oldugumuz ancak hiçbir şekilde bir DEDE ya da Pirlik bağımızın olmadığı, daha çok İran Kaşan gelişimizde KIZILBAŞ olduğumuzdur. Bazı dede aileleri sonraları köyümüze yerleşmistir, onlar da dedelik yapmamaktadır. Doğan dedenin talipleriyiz.” (http://www.facebook.com/topic.php?topic=9634&post=53959&uid=32929115806)

Her halükârda, alevîleşen Atmalılar’ın salt Atmalı kökenlerine değil, bir yandan Atmalı olduklarını söylerken diğer yandan Dersim, Kaşan, Kelhur, Berezi/Barazi gibi başka kökenlere atıfta bulundukları görülmektedir. Mesela Elbistan-Hasanali köylüleri için şunlar söylenmektedir:

“Hasanali’de yaşayan yaşlı kesimlerin soy ağacı ve kuşakları sayarak şu an 12 kuşak olarak burada oldukları hesaplanmaktadır. Hasan ve Ali kardeşlerin buraya gelerek yerleştikleri, Atmi aşiretinden olduklari bilinmektedir, Hasanalili köyünün eski kayıtlarda ismi ‘Atmalı Hasanalili’ olarak geçmektedir. Cumhuriyet döneminden sonra Atmi eki kaldırılmıştır…. Hasanalili Köyü hem Alevi hem de Kürd olan bir köydür bundan dolayı tarihin belli dönemlerinde baskılara maruz kalmıştır: dağlık bir alan olan bir alana yerleşiktir, Hasanali’nin Bakır Madeni’nden şimdiki MADEN kazasından buraya geldiği bilinmektedir. Dersim’den Bakırmadeni’ne, ordan buraya dağılmışlardır. Özellikle Yavuz Selim döneminde bu göçü yaşamıslardır. Maden’de Hasanalili diye bir köyleri bulunmaktadır. Malatya Kömürhan arasında yine Bir Hasanalili köyü bulunmaktadır. Elbistan’a geldiklerinden sonra da, Hasan Köy olarak bilinen köy de Hasanalili’den ayrılan bir köydür. Ayrıca Bercenek köyünün önemli bir kesimi Hasanalili’dir. Tarihî dönemlerde siyasî ve dinî değisiklikler sonucu Malatya’daki ve Hasan Köy sünnî inancını kabul etmistir. Hasanalililer Atmi asiretindendirler. Karahasan, Kaşanlı ve Hasanalili aynı aşiretin üyeleridir.” (http://nedir.antoloji.com/kahramanmaras-elbistan-hasanalili-koyu/

Hasan ve Ali’nin kardeş olduğu, Hasan’ın esmerliğinden dolayı Kara Hasan olarak adlandırıldığı, bir başka metinde daha belirtilmektedir:

“Atmi’lerden, Has ve Al kardeşler yan yana iki yerde yaşam sürerken, Al ve Has’ın ilk geldikleri yere ‘Hasan Ali’, Has’ın yerleştiği yere de (esmer olduğu için) ‘Kara Hasan’ dendi. Amcaoğlu Kist’in yerleştiği yere de Kistikan (Kistikler) dendi. Elbistan’ın kuzeybatısına göç edenlere ‘Çom’, Adıyaman bölgesinde kalanlar da ayrı isimlerle anıldılar. Ancak Atmi (Atmalı) olduklarını unutmadılar. Sinamilliler (Sine-mille), Al-Haslılar, Tof kıranlılar, Kürecikliler, Kürneliler de ilk baba isimleri ile köy kurdular, ancak aşiretlerinin ismi ile anıldılar.” (http://aligocmen.blogcu.com/aleviler-ve-alevilik-16-21/5097255)

Ancak, ilk metinde yer alan, (Kara) Hasan ve Ali kardeşlerden bu yana 12 kuşak geçtiği iddiasının yanlış olduğu anlaşılmaktadır. Şayet 12 kuşak iddiası doğru olsaydı, her yüzyıl için üç kuşak hesabıyla, Atmalılar’ın bölgedeki (Elbistan) varlığını 1600’lü yılların başlarına kadar götürmemiz gerekirdi. Fakat ortada böyle bir durum yoktur. Nitekim Hüseyin Ecer şöyle demektedir: “Osmanlı tapu kayıtlarında ise Malatya Doğanşehir havzası ile Elbistan AtmalıKaşanlı, Hasanali, Kistik bolgeleri 12 baba adına tapuludur, ancak bir dönem Besni Beyliğine, 1900 sonrası ise Fındık Beyliğine verilmistir. Bugün bile halen Kistik ve AtmalıKaşanlı tartışmalı yaylası dedemiz PirHusin uzerine gorünmektedir…. biz sözlü aktarılan tarihimizde Yegen dedemizin, oğlu Nasir ile 1750’li yıllarda Topraktepe köyü olarak bilinen GundeKoşi’de ilk iskanı yaptığını biliyoruz.” (http://atmalilar.org.tr/forum/index.php?topic=50.0) (Ancak Hüseyin Ecer, iskan ile ev yapımını kastetmektedir. Daha önce çadırda hayat sürüldüğünü dile getiriyor. Ayrıca şunları söylüyor: “Simdiki köyümüzün (TOPRAKTEPE KÖYÜ) iskan oncesinde atalarımızın kışlık yerleşim yurdu olduğu ve buradan gerek Comi kaşanlı ve gerekse Adıyaman üzerine göçler verdiğimizi biliyoruz. Adıyaman Gölbaşı BEŞKARDESLER bir tartışmadan dolayı köyümüzden gitme akrabalarımızdır, bugün AKPINAR soyadını taşırlar….” Bkz. http://www.facebook.com/topic.php?topic=9634&post=53959&uid=32929115806)

Atmalılar’ın 1734 yılında timar sahibi oldukları, Arapgir’e bağlı topraklarda göçebe olarak yaşadıkları ve harp ve darbe muktedir olmalarıyla tanındıkları, Divan-ı Hümayun mühimme defterinden anlaşılmaktadır. O halde Atmalılar Elbistan ve Pazarcık civarına ilk olarak 1750’li yıllarda yerleşmiş olmalıdırlar. Nitekim, Atmalılar’ın yaşadığı Kızkapanlı (Pazarcık ilçesi) köyünün yaklaşık 200 yıl önce kurulduğu tahmin edilmektedir. Atmalı aşiretinden Çopur Haydo adında birisi gelerek bugünkü Çopurlar Obası'na yerleşmiştir. Yine, ilk sakinlerinin bir kısmının Atmalı aşiretinden olduğu belirtilen Tetirlik köyünün kuruluşunun da (Pazarcık) 150-200 yıl öncesine dayandığı belirtilmektedir. Atmalılar’ın yaşadığı Turunçlu köyünün de (Pazarcık) 150 yıllık bir geçmişi vardır. Çöçelli Köyü'ne (Pazarcık) ilk gelenler de Atmalı aşiretine bağlıdır ve köyün ne zaman kurulduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte, yaklaşık olarak 150 senelik bir geçmişi olduğu söylenmektedir. (http://www.varbak.com/pazarcik-ilcesi-ve-koyleri-t56538.html?s=00ce8be74f6681c8d67392d6c5f917f4&;) Alhaslılar’ın yaşadığı Elbistan’ın Yalıntaş köyünün yaklaşık 250 yıl önce kurulduğu tahmin edilmekle birlikte bazı kaynakların 1810 yılını gösterdiği belirtilmektedir (http://nedir.antoloji.com/kahramanmaras-elbistan-yalintas-koyu/)

Yukarıda aktarılan metinlerden birinde kurulan Alhaslı-Dersim bağlantısı da, Arguvan köylerinde yaşayan Atmalılar’ın Dersimliler’le olan akrabalıkları yüzünden Dersim kökenleri ile Atmalı kökenlerini karıştırmalarını akla getirmektedir. Hüseyin Ecer ise tam tersini söylemekte, Kaşan kökenine dikkat çekmektedir: “Diğer anlamda Mezopotamya’nın yerli halkı olduğumuz ve Asyalardan felan yol almadığımız söz konusu. Kaşanlı olarak bilinen Raşiler olarak İran Kaşanlıdan iktidar karmaşasında Beyler savaşı nedeniyle dedelerimizin topraklarını bırakıp Anadolu’ya göç ettikleri rivayet değil, atalarımızdan sözlü olarak aldığımız tarihsel bir bilgidir, ama Horasan’dan Dersim üzeri değil Mardin Diyarbakir (Amed) yolu izlenerek.” (http://www.facebook.com/topic.php?topic=9634&post=53783&uid=32929115806#post53783)

Buradan, Atmalılar’ın bir bölümünün Dersim ve/veya Kaşan kökenlilerle akrabalık kurdukları için alevîleştikleri veya alevîleştikten sonra bu Dersim ve Kaşan kökenleri ile Atmalı kökenlerini karıştırdıkları sonucuna varılabilir. Öte yandan, yukarıda geçtiği üzere, Elbistan dışındaki Hasanali köylerinin sünnîliğinin, onların zamanla sünnîleşmiş olmalarıyla izah edilmesi, Elbistan’daki Hasanali köylülerinin alevîleşmiş olması ihtimalinin ise yok sayılması dikkat çekmektedir.

Ancak, Alhaslı topluluğunun (Ali ve Hasan’ın soyundan gelenlerin bir bölümü) kullandıkları dilin Dersim Kürtçesi’ne benzetiliyor olması, bu toplulukla Dersimliler arasında bir köken birliği olabileceğini göstermektedir. O takdirde bunların Arguvan köylerinde yaşayan ve Dersimliler’le bütünleşmiş olan Atmalılar’la bir köken birliği olduğu düşünülebilir. İnternetteki bazı sayfalarda şu ifadeler yer almaktadır: “

Malatya kökenli oldukları'nı ve aslen ‘Atma’ aşiretinden koptuklarını elbistan'ın belirli bölegelerinde köyleri'nin olduğunu biliyorum... Yakın bir arkadaşım da Alxas'lı dır, o da Kurmanci konuşuyor, ve Dersim Kürtçesine çok benzer.... Alhaslar Malatya’da Atma aşiretiyle iç içe uzun yıllardır yaşamını sürdürmekte, Atmalı olarak anılmaktadır. Maraş’taki Alhaslarla amcazade ilişkileri vardır. Yani Maraş’taki Alhaslarla yakın akrabadır…. Alhas Aşireti’nin, şimdiki yerleşim alanı olan K.Maraş ili Elbistan ilçesine Şanlıurfa’nın Siverek İlçesi’nin Baraz Aşireti’nden kopup geldiği ve bu kopmanın bir anlaşmazlık sonucu olduğu kesin olmamakla birlikte yaygın olarak bilinmektedir. Bu kopmanın Osmanlı Devleti’nin çöküş dönemine denk geldiği ve ayrıca Osmanlıdaki iskan politikası (kavga eden aşiretlerden birini başka yere göç ettirmesi) sonucu ayrıca Baraz Aşireti içerisindeki iç hesaplaşmalar sonucu göç ettiği bilinmektedir….” (http://www.aleviforum.com/archive/index.php?t-25900.html)

Yukarıdaki ifadelerin yanı sıra, aynı sayfalarda şöyle bir düzeltme de yer almaktadır: “Arkadasımız Alxasların Siverek’ten herhangi bir nedenden dolayı göçtüğünü belirtmektedir. Ben de Alxaslı bir gencim, bu teze hiç ihtimal vermiyorum. Benim birkac Siverikli Alxaslı arkadaslarım var. Bunların aileleriyle, büyükleriyle de konuştum, dediklerine göre kendilerinin atalarının Maraş civarından göç ettiğini belirtmekteler.”

Bu durumda aşağıdaki ifadeleri ihtiyatla karşılamak gerekmektedir:

“Alhaslı aşiretinin Barazi olduğu, Siverek’ten Elbistan’ın Sevdilli Büyükköy’e (Gundigır) ve Arga’nın Harınuşağı köyleri sınırlarına takriben 150-200 yıl önce yerleştiği bilinmektedir. Halen Siverek ilçesinin Bucak bölgesi içinde ‘Alhas’ adlı bir köy bulunmaktadır.” (http://www.alhassitesi.com/modules.php?name=News&file=article&sid=966&mode=&order=0&thold=0)

Ancak, bu ifadeler, Hamza Aksüt’ün şu açıklamalarını akla getirmektedir:

“Atma ağaları, bir röportajda şöyle demişlerdi bana: ‘Biz, Irak’taki Kelhur aşiretinden gelmişiz; ama Kelhur nedir, ne değildir, bilmiyoruz. Oradan Berezi’ye gelmişiz, Berezi’den Arguvan’a. Bir kısmı da Arguvan’dan bölünmüş, Pazarcık’a gitmiş.’ Osmanlı arşiv kayıtlarına baktığımda, Kelhur aşiretinin gerçekten Irak’ta olduğu, bir Kürt aşireti olduğu ve bunların Bektaşi olduğu yazılı. Demek ki, Irak’taki Kelhur Aşiretinden ayrılmışlar, oradan da Arguvan’a ve Pazarcık’a geçmişler.” (http://atmali.blogspot.com/)

Buradan, Barazi ile Berezi’nin aynı şey olduğu anlaşılmaktadır. Bu ifadeler de, Arguvanlı Atmalılar’ın Barazi veya Berezi kökenlilerle akrabalık kurduklarını ve Atmalı kökenleri ile bu kökenlerini karıştırdıklarını düşündürmektedir. Ancak, Urfa-Viranşehir-Siverek yöresinde yerleşik olan Barazi/Berezi aşiretinin Sünnî Kürt aşiretlerinden olduğu ve II. Abdülhamid zamanında ve onun ismine izafeten 1891 yılında Kürtler’den teşkil edilen “Hamidiye Hafif Süvari Alayları”nda yer aldıkları (Bayram Kodaman, Sultan II. Abdulhamid Devri Doğu Anadolu Politikası, Ankara 1987, s.54-55’ten aktaran http://www.sansaderesi.com/forum/index.php?PHPSESSID=clqprhgrarszs&action=profile;u=69;sa=showPosts) hatırlanırsa, Arguvanlı Atmalılar’ın Berezi aşiretiyle akrabalık kurdukları dönemde sünnî olduklarını düşünmek gerekir. Bu akrabalık, dil olarak Kürtleşmelerine veya zaten mevcut olan Kürtlüklerinin pekişmesine yol açmış olmalıdır. Hem alevî hem de Berazi aşiretinden olmaları veya alevî oldukları halde bu sünnî aşiretle akrabalık kurmuş bulunmaları mümkün değildir. Daha sonraki dönemde ise Dersimliler’le akrabalık kurmuş ve alevîleşmiş olmalıdırlar.

Arguvanlı Atmalılar’ın yanı sıra Elbistanlı Atmalılar’dan Alhaslılar da, kendilerinin (daha doğrusu Atmalılar’ın) köken olarak Berazi/Barazi olduklarını ileri sürmektedirler (mekan47.com/asiretler-ve-yerlesimleri/94053-alhasli-asireti.html; www.tatarusagi.com/index.php?option=com_content... –) Bu da, dolaylı olarak, köken olarak sünnî olduklarını söylemek anlamına gelmektedir. Onların da, Arguvanlı Atmalılar gibi (veya onlarla birlikteyken), sünnî oldukları dönemde Beraziler’le akrabalık kurdukları anlaşılmaktadır. Bu evliliklerden doğan kuşakların daha sonra Atmalı kökenlerinin yanı sıra Berazi kökenlerini de yâd ettikleri, unutmamaya çalıştıkları görülmektedir.

[Bu noktada, Atmalılar’a bağlı birçok topluluğun kökenlerinin Türk-Kürt evlilikleriyle tamamen karıştığını söylemek mümkündür. Mesela Hüseyin Ecer şöyle demektedir: “… Yegen dedemin bilinen isminin Nasir oldugu ve annesinin BEGDİLLİlerden COPLULERDEN oldugudur. Dedemiz PurHusin idam edildiğinde yetim kaldığından Bey olan arazi ve mülk sahibi dayısının himayesinde kaldığı, daha sonrası ise Bey olarak bildiğimiz dayısının kızı ile evlilik yapığı ve ilk oğlu yine kendi adı olan Nasır kucaklarında Dogansehir – Topraktepe’ye gelerek daha önce baba mülkü olarak bildiğimiz ancak Fındık Beyi (Büyüklerimizin tabiridir Bey tanımlaması) himayesindeki yere yerleşmiş, bir dönem çadır yaşantısından sonra ve bu yerleşim yerinde ilk evini yapmıştır. Bu tarih ise 1750’li yıllara tekabül etmektedir.... Yegen (Büyük Nasir) dedemizin annesi ve eşi COPLULER’dendir ve Türktür. Dayısının yanında kaldığı müddet icinde Yegen olarak isimlendirildiğinden kendisi de isim olarak Nasir degil YEGEN olarak tanınmıştır. YEGEN Türkçedir, zaten dayıları Kürt olsaydi Xorze demeleri gerekliydi. Burada Türklerle olan akrabalıklarımızın inkarı söz konusu değildir ancak Raşi olarak Kürt olduğumuz gerçekliktir.... Babaannem ise Kel Hasan torunudur, Brimlerdendir.... Babaennemin de annesinin Türk olduğunu biliyoruz.” Bkz. http://www.facebook.com/topic.php?topic=9634&post=53959&uid=32929115806]

Öte yandan, Av. Kemal Alhaslıoğlu, Alhaslılar’ın köken olarak sünnî olduklarını, sonradan alevîleştiklerini, aşiretin yaşlılarından aktarılan bilgiye dayanarak açıklamaktadır. “Yaşlılarımızın bize anlattığına göre Alhas, Elbistan’a yerleşmesinden hemen sonra Alevileşmiştir” diyen Alhaslıoğlu ayrıca şunları söylemektedir:

“Sünni mezhebinden olduğu ileri sürülen Alhas, Elbistan’ a yerleşiminden hemen sonra Devriçivin köyünde yaşamakta olan Dede’nin evine oğullarıyla birlikte ziyarete gider. Ziyaret esnasında Dede, Alhas ve oğullarına bir oğlak keser. Oğlak tüm olarak kaynatılır ve bulgur pilavı üstünde ikram edilir. Sofra kurulduğunda, hizmet eden kişi oğlak eti yenilirken kemiklerinin incitilmemesini ister. Alhas’ın oğullarından sakar olanı, bu uyarıya rağmen oğlağın kaval kemiklerinden birisini kırar. Sofra toplanacağı sırada Dede hizmet eden kişiye oğlağın derisi içine sofradaki kemiklerin konulmasını ister. Hizmetkâr Dede’nin söylemini yerine getirdikten sonra Dede, elinde bulunan asasını yere vurarak ‘Tay’ der. Bunun üzerine oğlak ayağa kalkar ve yürümeye başlar. Dede oğlağın topalladığını görünce ‘Seni topal eden topal olsun’ şeklinde bedduada bulunur. Alhas, oğulları ile atlarına binerek Devriçivin’den ayrılıp Digır’a giderken Alhas’ın oğlağın kemiğini kıran oğlu attan düşer ve oğlağın kemiğinin kırıldığı yerden kendisinin de ayak kemiği kırılır. Dede’nin kerametine inanan Alhas, ona biat edip Hanefi inancından ayrılarak Alevileşir.”

Av. Alhaslıoğlu, Alhaslılar’ın alevîleşmesini bu keramet hikayesinin gerçekten vuku bulmuş olmasına değil, kültürel etkileşime bağlamaktadır. Her halükârda buradan, Alhaslılar’ın ‘Dede’ sülalesinden etkilendiği, onlara olağanüstülük ve keramet atfettiği anlaşılmaktadır. Onlara böylesi kerametler izafe etmeleri, ‘Dedeler’in üzerlerindeki etkisinin boyutlarını göstermektedir. (http://www.alhassitesi.com/modules.php?name=News&file=article&sid=966&mode=&order=0&thold=0)

Atmalı kökenleri ile akraba oldukları başka kökenleri karıştıranlar arasında Pazarcık ilçesi Memişkahya, Damlataş (Kurtdere), Çolakali ve İğdeli (Cimikanlı) köylüleri de bulunmaktadır. Bu topluluğun, yaklaşık 180 yıl önce kurmuş oldukları bugünkü Memişkahya köyüne yerleştikleri belirtilmektedir (http://www.facebook.com/note.php?note_id=114104420161). Şöyle demektedirler:

“Hasankoca Köyü, ismini, köye ilk yerleşen Mamade Usi HASAN KOCA’dan almıştır. Türkçe Hasankoca, Kürtçe Gundi Use’dir. Memişkaye, Kutdere, Colakale, Cimikanli (Afdillarin) üç köyü, Cöcelli ve Hasankoca Köyleri hepisinin genel adı BUGAN`lar veya ATMALILAR diye nitelendirilir. Atmalı Aşireti uzun süre Malatya ve Adıyaman bölgesinde yaşamını hayvancılıkla ve göçebe olarak sürdürmüşlerdir. Hasan Koca kendine yeni bir yurt bulmak amacıyla batıya doğru yönelmiş, yayla olarak Engizek Yaylası’nı, kışın konaklama yeri olarak da Nordunlar bölgesini kendine yurt edinmiştir. Hasan Koca`dan sonra oğlu Yusuf kabilenin idaresini eline alır.Use Hasani Koce`den sonra oglu Mamade Use kabile yönetimini alır. (Yıl olarak 1900 yilların başıdır) Kabile için artık yarı yerleşik düzene geçme zamanıdır.... Bugan Aşireti Pazarcık bölgesinde yaşayan en eski aşiretin Kürt bir aşiret olan Bugan aşireti olduğu Asur kayıtlarından anlaşılmaktadır.... 2600 yıl önceki teknolojiyle nehri toplu halde geçemeyem Asur orduları Bugan aşiretini takip etmemişlerdir. Asurlardan kaçan Bugan aşireti 2600 yıldır bu bölgede yaşamaktadır. Uzun yıllar mağaralarda yaşadıktan sonra yaklaşık 180 yıl önce kurmuş oldukları bugünkü Memişkahya, Hasankoca ve Kurtdere köyüne yerleşmişlerdir.” (http://tr.wikipedia.org/wiki/Hasankoca,_Pazarc%C4%B1k)

Görüldüğü gibi, yakın tarihe ait (1900’lü yıllar) doğru bilgilerin yanı sıra, efsane kabilinden olaylar da anlatmaktadırlar. Bunun yanı sıra şöyle bir iddiada bulunmaktadırlar:

“1894 yılında Maraş ta bulunan, Alman Konsolosluğu'nda istihbarat görevi yapan, konsolosluk görevlisinin Berlin’e gönderdiği Osmanlı’nın Büyük Savaş’a Hazırlığı ismindeki raporunda bölgede kurulmağa çalışılan Hamidiye Alayları'ndan bahsetmektedir. Bu raporda Bugan aşiretinden de söz eder. Bugan Aşireti'nin, bölgeye tecrit kanunuyla getirtilen diğer airetlerden küçük kaldığı için Zedikan aşiretiyle birleştirilip Atmalı Alayı adı verildiğini ve bölgede kurulan Milan, Sinemilan, Gonikan alaylarının Kürtçe konuşmalarına rağmen Türkmen alayı olarak kayda geçirildiklerinden bahsetmektedir.” (http://tr.wikipedia.org/wiki/Hasankoca,_Pazarc%C4%B1k)

Bu iddianın da hatalar içeriyor olduğu görülmektedir. Bilindiği gibi Hamidiye Alayları Kürtler’den oluşuyordu.

Öte yandan, diğer yazılarda belirtildiği gibi, 1643 tarihli Arapgir Sancağı avârız-hane defterine göre, Horan mevkiinde yer alan Atma köyü, Arapgir’in en büyük köyü durumundaydı. Böyle bir köyün alevî olamayacağı, İsmail Onarlı’nın şu ifadelerinden de anlaşılabilir:

“Yavuz Sultan Selim döneminde (1515) Arapkir Osmanlılarca fethedilince: Türkmen Beylerinden ve Arapkir eşrafından Kulibeyoğlu Ali Bey ve Şeyh Hasan Aşireti mensupları; Kızılbaş oldukları için malları ellerinden alınarak Ermeni tüccarlara ve dönme sünnilere verilmiştir. Bu meyanda Şeyh Hasan Tekkesi ve Külliyesi Vakfı’na da Arapkir eşrafindan ‘Kestanzadeler’ atanmiştir. (Prof.Dr.Faruk Sümer: “Safevi Devletinin Kuruluşu ve Gelişiminde Anadolu Türklerinin Rolü” Ank. 1976 [Arapgirlü Oymağı ve Emir Ali Kuli Beğ Bölümler] ve Elimizdeki o döneme ait Mahkeme Dilekçesi ile B.O. Arşiv belgeleri mevcuttur.) Arapkir’in Türkmen kızılbaş köylerinden bazıları ve şehir halkı Çaldıran dönüşü bölge fethedildiği için; l515 yılında yemin ederek, Osmanlı tebası olmuşlar ve Hanefi Mezhebini kabul ederek Sünnileşmişlerdir. Arapgir içi ve çevresindeki Türk köyleri Oğuz boyundan olup 1515 yılına değin akrabalık ilişkilerini sürdürmüşlerdir.” (http://www.rehberogretmen.biz/turkmen-inanc-onderi1.htm)

İsmail Onarlı’nın “dönme Sünnîler” şeklindeki ifadesi hoş bir adlandırma değildir. Kızılbaşlar’ın mallarının Ermeniler’e verilmesi iddiası da gerçekçi görünmüyor; neden Ermenilere ve neden bunların içinden tüccarlara?!..

Fakat esasında, sünnîleşmeden değil de alevîleşmeden bahsetmek gerekir ve tarihî gerçekler de bunun böyle olduğunu ortaya koymaktadır. Tarihen sabit olan husus şudur ki, Türklerin müslümanlaşması tamamen sünnîlik çerçevesinde olmuş, zamanla bazıları alevîleşmiştir. Benzer şekilde, günümüzdeki ihtida olaylarına bakılırsa, yeni müslüman olanlar arasında alevîye rastlanmadığı görülür. Nitekim günümüz Alevîlerinin İslâm’ın yayılması ve gayrimüslimlerin müslüman olması gibi bir çabalarına şahit olunmadığı gibi, içlerinden bir bölümü kendi aralarında “Alevîliğin İslam içi mi, dışı mı” olduğunu tartışmaktadırlar. (Alevîler’in bazılarının önem atfettiği birtakım söylencelere ihtiyatlı yaklaşmak gerekmektedir. Mesela onların bir bölümüne göre Battal Gazi, en önemli Alevî pirlerinden biridir. Gerçekteyse Battal Gazi, müslümanlar tarafından ilk defa Emevîler döneminde fethedilen Malatya civarında Bizans’a karşı savaşmış bir Emevî komutanıdır. Doğal olarak, o dönemde henüz Türkler müslüman olmadığı ve Anadolu’ya yerleşmediği için, Türk değil Arap’tır. Batal -Battal değil- kelimesi de Arapça’da “kahraman” anlamına gelir. Konuyla ilgili daha geniş malumat için Prof. Dr. Şahin Uçar’ın “640-750 Tarihleri Arasında Araplar’ın Anadolu Seferleri” başlıklı doktora tezine bakılabilir. “Anadolu’da İslam-Bizans Mücadelesi” adıyla yayınlanmış bulunmaktadır: İstanbul: İşaret Yayınları, 1990.)

Osmanlı hakimiyeti sonrasında Arapgir’deki meselenin bir sünnî-alevî meselesi değil, Osmanlı ya da Safevî yanlısı olma meselesi olduğunu bilmek gerekir. Arapgir’deki cezalandırılan oluşumların da, alevî oldukları için değil, fiilen Safevî propaganda merkezi veya temsilcisi olarak faaliyet göstermelerinden dolayı bu muameleyi gördükleri düşünülmelidir. Çünkü Arapgir, 1515 yılı ve Çaldıran Savaşı öncesinde Osmanlı hakimiyeti altında değildi. Bu nedenle, Safevî Devleti ile organik bağı olmayan kesimlerin cezalandırılması ihtimali mevcut değildir. Nitekim Yavuz Sultan Selim Çaldıran Savaşı’ndan sonra Tebriz’e girdiğinde halka eman (aman) vermiş, kimseye dokunulmamıştır.

Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran zaferinden sonra kendilerini sünnî olarak tanımlayan kesimlerin esasen alevî değil, sünnî olduklarını, söz konusu savaşın ardından, alevî olduklarını söylemek yerine eski kimliklerini sürdürdüklerini kabul etmek gerekir. Çünkü, o dönemde Anadolu’da birtakım Türkmen aşiretlerinin alevîleşmesi Şah İsmail ile babası Şeyh Haydar ve dedesi (Haydar’ın babası) Şeyh Cüneyd yüzünden olmuştur. Bu üç ismin Türkler arasındaki olağanüstü ve son derece yaygın nüfuzu ise, sünnî olan tarikat şeyhi dedelerine, özellikle de Şeyh Safiyyüddin’e (Şeyh Safî) dayanmaktadır.

Larousse’un “Safeviler” maddesinde şöyle denilmektedir:

“[Safevîlik] Adını, başlangıçta sünnî bir tarikatken sonradan şii bir yapıya dönüşen ve Erdebil’de Safiyyettin-i Erdebilî’nin (öl. 1334) kurduğu safeviyye adlı tarikattan alır. Timur istilasından sonra Safeviler, özellikle Doğu Anadolu Türkmenleri arasında güçlü bir propaganda etkinliği ile çok sayıda yandaş topladı. Timur’un Erdebil’i köyleri ile birlikte Safiyyettin-i Erdebilî’nin torunu Hoca Ali’ye [Alaüddin Ali] vermesi tarikatı daha da güçlü bir duruma getirdi. Hoca Ali’nin ölümünden (1429) sonra ardıllarından [torunu] Cüneyt (1447-1460) gittiği Diyarbakır’da Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın kız kardeşi ile evlenerek Akkoyunlu topraklarında serbestçe dolaşma olanağını sağladı. Çevresine topladığı 12 bin kadar müridiyle Gürcü ve Çerkez topraklarıyla Şirvanşahlar’a saldırdı. Bu saldırılardan birinde öldürülünce (1460), yerine Uzun Hasan’ın kızkardeşinden olan oğlu Haydar geçti. Haydar, Uzun Hasan’ın kızıyla evlenerek Akkoyunlular ile olan akrabalığını daha da güçlendirdi…. Müritlerine 12 İmam’ı simgeleyen 12 dilimli kızıl taç (külah) giydirdi; bu nedenle hepsine birden kızılbaş denildi. Haydar, babasının öcünü almak için Şirvanşahlar ile giriştiği savaşlarda öldürüldükten sonra….”

Şeyh Safiyyüddin’e İlhanlı Devleti yöneticilerinden Emir Çoban ve Cengiz’in torunlarından İlhanlı hükümdarları Muhammed Hüdâbende ile Ebû Said Bahadır Han büyük saygı göstermişlerdir. Akşemseddin, Hacı Bayram-ı Velî ve Seyh Hamîd-i Velî’nin (Hamîdeddin, Somuncu Baba) tarikat silsilesi de Şeyh Safiyyüddin’e (Safî) dayanır. Şeyh Safiyyüddin (ö. 1334) Erdebil’de yaşadığı için bu tarikata Erdebil Ocağı da deniliyordu. Aslen Kayserili olan Şeyh Hamid-i Velî Erdebil’e gidip Şeyh Safiyyüddin’in oğlu Şeyh Sadreddin’e bağlanmış, daha sonra onun tarafından Anadolu’ya gönderilmişti. Önce Bursa’ya yerleşen Şeyh Hamîd, daha sonra bugünkü Aksaray iline yerleşmiş ve orada vefat etmiştir. Hacı Bayram-ı Velî onun halifesidir ve Akşemseddin’i yetiştirmiştir. Bu silsilenin daha sonraki meşhur isimleri Üftade, Aziz Mahmud Hüdaî ve İsmail Hakkı Bursevî’dir.

Erdebil Ocağı bu isimlerle Anadolu’da misyonunu ifa ederken, ocağın bizzat merkezinde alevîleşme yaşanmıştır. Şeyh Sadreddin’in torununun oğlu Şeyh Cüneyd, bu ocak mensupları arasında Şiîliği benimseyen ilk isimdir. Sadreddin’in oğlu Hoca Ali’nin vefatından sonra posta oğlu İbrahim oturmuş, onun ardından şeyhliği devralan Cüneyd, günümüzün moda tabiriyle “dini siyasete alet etme”yi planlamış, babadan oğula saltanat haline dönüşen şeyhliği yeterli bulmamıştır. Yukarıda da geçtiği gibi, Akkoyunlu Devleti hükümdarı Uzun Hasan’ın kızkardeşi ile evlenerek manevî nüfuzunu siyaset alanına tahvil etmeye çalışmıştır. Osmanlı topraklarında faaliyet göstermek için II. Murat’tan da izin istemiş, bu talebi kabul edilmemiş, sadece kendisine biraz para gönderilmişti. Cüneyd’in Uzun Hasan’ın kızkardeşiyle olan evliliğinden dünyaya gelen Şeyh Haydar, babasını aratmamış, aynı çizgiyi sürdürmüş, ayrıca dayısı Uzun Hasan’ın kızıyla evlenerek bir tür “damad-ı şehriyarî” veya “padişah damadı” olmuştur. Bu evlilikten de, şeyhliği şahlığa çevirecek, padişahlık ile şeyhliği birleştirecek olan Şah İsmail dünyaya gelmiştir.

Şah İsmail, bir yandan dedesi Uzun Hasan’a dayanan karizması, diğer yandan Şeyh Safiyyüddin’e (Safî) uzanan soy şeceresi ile, Türkmenler’in gönlünde taht kurmuştur. Şeyh Safî, Şah İsmail’in altıncı göbekten dedesidir. Yılmaz Öztuna’nın belirttiğine göre, Safevîler sadece Şeyh Safiyyüddin neslinden geliyor olmayı yeterli görmemiş, bir de “sahte neseb” uydurarak Safiyyüddin’i Hz. Ali’nin 25’nci kuşaktan torunu yapmışlardır. Larousse’da belirtildiğine göre, İsmail yedi yaşında şeyh ilan edilmiş, 1501 (veya 1502) yılında 15 yaşındayken de şahlığını ilan etmiştir. Yine Larousse’da belirtildiğine göre, “Bağnaz bir şii olan Şah İsmail kan dökücülüğü ile tanınmıştı” ve “Sınırlarını genişlettikçe buralardaki sünnî halk üzerinde yoğun baskılar uyguladı; birçok kişiyi öldürttü”.

Kurduğu devletin adının Safevî olması, yukarıda da belirtildiği gibi, Şeyh Safî’den kaynaklanmaktadır. Safevî, Safî’ye mensup olan demektir, Alevî’nin Ali’ye mensup olan demek oluşu gibi (“Şecaat arzederken merd-i Kıptî sirkatin söyler”, yani “Kıptî’nin merdi, cesaretini anlatırken hırsızlığını söyler” hesabı, güya kafasının çalıştığını göstermek için birtakım laflar ortaya atan bazılarının, Alevî kelimesinin “alev”den geldiğini, “Ali” ile bir ilgisinin bulunmadığını, çünkü Türkçe’de “Alici” ya da “Alili” demek gerektiğini söyleyerek, cehaletlerinin ya da çarpıtma ve tahrif cüretlerinin sınırsızlığını ortaya koydukları görülmektedir. Alevî, “Alici” veya “Alili”nin Arapça’sıdır. Sünnî de, “Sünnet’e bağlı, yani Hz. Peygamber s.a.s.’in uygulamalarına dayanan ya da dayanma iddiası veya çabasında olan demektir. Bu kelime de, doğal olarak, Arapça’dır. Hz. Ali Türk olsa ve Şiîlik-Alevîlik Türkler arasında zuhur etmiş bulunsaydı, bu yaklaşım doğru olabilirdi. Alevî kelimesi de, Alevîlik de bize Araplar’dan geçmiştir. Alevî kelimesinin “alev” kökünden geldiğini söyleyenler, Türkçe’de “sünn” diye bir kelime bulunmadığı için, henüz Sünnîlik için birşey uyduramadılar.) Şah İsmail, bir yandan Uzun Hasan, diğer yandan da özellikle büyük dedesi Şeyh Safiyyüddin ile siyasal otoritesine bir meşruiyet temeli oluşturmuştur. (Evliya Çelebi, bir elçilik heyeti içinde gittiği İran’ı anlatırken, burada uygulanan kanunların Şeyh Safî Kanunu adını taşıdığını, para biriminin de Şeyh Safî Akçesi olarak adlandırıldığını belirtir.)

Türkmen aşiretleri, Şeyh Safiyyüddin ve Erdebil Tekkesi (ya da Tarikatı) kökeni nedeniyle Şah İsmail’e bağlılık duyarken, Osmanlı Devleti de, II. Bayezid zamanında, bu şahsa karşı nasıl bir politika izleyeceği konusunda kararsızlık yaşamıştır. Öteden beri Erdebil Tekkesi ya da Ocağı’na bağlılık arzeden, her yıl hediyeler gönderen Osmanlı, yavaş yavaş ısıtılan bir su içinde “mayışıp” sıçrama refleksini unutan kurbağanın kaynar suda haşlanması gibi, Cüneyd’le başlayan değişimi fark edemeyen ve tedrîcen alevîleşen Türkmen kabilelerinin tutumuna benzer şekilde, Şah İsmail’in çizgisinin Şeyh Safiyyüddin’inkiyle hiçbir ilgisinin bulunmadığını başlangıçta tam anlayamamıştır. Hatta II. Bayezid’in şehzadelerinden Amasya valisi Ahmet’in oğlu Murat, Şah İsmail’in halifesinin elinden Kızılbaş tacı giymişti.

Bu arada Şah İsmail’in propagandacıları (dâîleri, davetçileri) Anadolu’yu hallaç pamuğu gibi atmışlar, yer yer Osmanlı’ya karşı isyanlar başgöstermiştir. Şah İsmail’in Anadolu’da sebep olduğu karışıklıklar yüzünden 50 bin kadar insan ölmüş ve pekçok ev Kızılbaş (Alevî değil.. Kızılbaşlık, Alevîlik içinde ayrı bir kategoridir) isyancılar tarafından yağmalanmıştır.

Şah İsmail’in dini inançları ve tarikat kurumunu Osmanlı’nın içişlerine karışmak ve Anadolu’yu egemenliği altına almak için istismar ettiğini fark eden Yavuz Sultan Selim, çareyi onun üzerine yürümekte bulmuştur. Bununla birlikte, ordusu içinde de dinî duyguları ve tarikat bağları dolayısıyla Şah İsmail’e sempati duyanlar bulunduğu için direnişle karşılaşmıştır. Çaldıran ovasına gelindiğinde savaş divanını toplayan Yavuz Sultan Selim’e Defterdar Pirî Mehmed Çelebi, yorgun olan ordunun bir gün dinlenmesini teklif eden diğer devlet adamlarının aksine, hemen savaşa girmesini, aksi takdirde askerler arasında Şah İsmail yandaşlarının bulunması ve Akıncılar’ın büyük kısımın alevî olması nedeniyle temas kurulup karşı tarafa iltihaklar olabileceğini söylemiştir. Bu teklifi takdirle karşılayan Yavuz Sultan Selim savaşı hemen başlatmış, daha sonra Pirî Mehmed Çelebi’yi önce vezir, ardından başvezir yapmıştır.

Tarih kitaplarında, Yavuz Sultan Selim’in Şah İsmail’in üstüne yürümeden önce, Anadolu’daki 40 bin Kızılbaşı tespit ettirdiği ve kimisini öldürtüp kimisini de hapsettirdiği ifade edilmektedir. Cezalandırılanlar Alevîler değil, Kızılbaşlardır. Kızılbaşlar, Şah İsmail’in babası Şeyh Haydar’ın icadı olan kızıl başlık giyenlerdir. Kızılbaşlık, bugünün terminolojisiyle konuşmak gerekirse, o dönem için, kökü dışarda bir silahlı örgüt üyeliğiydi, Alevîlik gibi salt bir inanç değildi. O gün için Kızılbaş olmak, yabancı bir devletin beşinci kol faaliyeti yürüten ajanı ve işbirlikçisi olmanın yanı sıra, ülke içinde isyan başlatmış bir terör örgütünün, ülke içine sızmış yabancı bir ordunun mensubu olmak anlamına geliyordu. Yavuz Sultan Selim Alevîler’le değil, Kızılbaşlar’la mücadele etmişti. Bu ikisini birbirinden ayırmak gerekmektedir. Her kızılbaş, aynı zamanda alevî olmakla birlikte, her alevî kızılbaş değildir.

Anadolu’da sünnî-alevî şeklinde kemikleşmiş bir bölünme ve ayrışma yaşanmasının temel nedeni, Şeyh Cüneyd, Şeyh Haydar ve özellikle de Şah İsmail’in, başlangıçta siyaset üstü olup salt manevî hedefler taşıyan tarikat kurumunu siyasallaştırmış olmalarıdır. Bu yeni misyon ve vizyon için uygun meşruiyet zeminini Şiîlik sağladığı için Sünnîliği terk etmişlerdir. O tarihe kadar Türkmenler arasında Sünnîlik-Alevîlik şeklinde çok keskin ve deyim yerindeyse su geçirmez bir bölünme yoktu. Başlangıçta, sünnî ve alevî olanlar arasında amel bakımından önemli bir fark da bulunmuyordu. Yavuz’un Çaldıran zaferinden sonra ise, Şah İsmail ve Erdebil Tekkesi sempatizanlığını sürdürenler Osmanlı’ya ve devletin kontrolünde olan dinî kurumlara (camilere) tepki göstermişler, İran’dan da eskiden olduğu gibi propagandacı ya da dâîler gel(e)memiş, sonuçta, aradan geçen yüzyıllar zarfında Anadolu Alevîleri, inanç bakımından, Anadolu Sünnîleri’ne olduğu kadar, İran Şiîleri’ne de yabancılaşmışlardır.

Çaldıran Savaşı öncesi ve sonrasında Anadolu Türkmenleri arasında görülen bölünme temelde bir Sünnîlik-Alevîlik eksenli inanç parçalanması değil, Osmanlı-Safevî çekişmesi çerçevesinde ortaya çıkan bir siyasal bölünmeydi. Burada Safevîler (Safîciler), tarikatı etkili bir siyasal araç olarak kullanmışlardır; ayrıca Şiîlik de, Safevî taleplerinin dinî meşruiyet temelini oluşturmuştur. Safevîler’in aşırı Şiîlik vurgusu, Osmanlı’nın da karşılık olarak katı bir Sünnî tutum (daha doğrusu Alevî karşıtı tutum) benimsemesine yol açmış, bunun sonucu olarak Anadolu’da halk arasında alevî-sünnî ayrımı kemikleşmiştir.

Başlangıçta, Fatih Sultan Mehmet ile Uzun Hasan arasındaki rekabet salt bir iktidar ve hakimiyet mücadelesiyken (ki Uzun Hasan da sünnî idi), bu ikisinin torunları olan Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail arasındaki çekişme dinî (mezhebî) bir boyut kazanmıştır. Uzun Hasan’ın Şiîlik gibi farklı bir inancı (günümüz tabiriyle ideolojiyi) kendi hakimiyeti için siyasal propaganda vasıtası yapmaması ve tarikat kurumu gibi bir araca sahip olmaması, Osmanlı topraklarında herhangi bir etkiye sahip olmasına imkân vermemiştir. Şah İsmail ise tarikat kurumunu siyasal amaçları için etkili ve başarılı bir biçimde kullanmış, Şiîliği kendi egemenlik ve otoritesi için bir siyasal ideoloji haline getirmiş, böylece etki alanını Batı Anadolu’ya, hatta Balkanlar’a kadar genişletmiştir. Bunun sonucu olarak, II. Bayezid döneminde Osmanlı topraklarında Şah İsmail adına pekçok isyan çıkarılmıştır. En çok bilinen örnek Antalya’da başlatılan Şahkulu (Şah’ın kulu) isyanıdır. Larousse’da belirtildiği gibi, bu isyan sırasında sünnî köyler basılıp yıkıma uğratılmıştır. (Korkuteli’nin Yanlıköy’ünden olan Şahkulu, başlangıçta köyünün yakınındaki bir mağaraya çekilip ibadetle meşgulmüş gibi görünmüş ve böylece ün kazanmış, ziyaretçileri çoğalmıştı. Hatta II. Bayezid bile ona para göndermişti.) Burada asıl sorun Sünnîlik-Alevîlik şeklinde bir inanç farklılığı değil, iki devlet arasındaki hakimiyet mücadelesiyken, zamanla meselenin Safevî-Osmanlı egemenlik çatışması olduğu unutulmuş, bu siyasal gerginlik bir mezhep/inanç gerginliğine dönüşerek kemikleşmiştir.

Çaldıran Savaşı öncesinde Arapgir Osmanlı’ya bağlı değildi. Bu savaştan sonra, Şah’ın dâîleri ve propagandacıları (günümüz tabiriyle ajanları) ile birlikte hareket etmemiş olan Türkmenler, doğal olarak, Osmanlı hakimiyeti altında olmayı sorun yapmamışlardır. Bu durum, İsmail Onarlı’nın nezaketsiz nitelendirmesinin aksine, Alevîler’in “dönek sünnî” haline gelmesi değildir; tam aksine, başlangıçtaki sünnîliği sürdürmeleridir. Şah İsmail’in dedesi Şeyh Cüneyd öncesinde Erdebil Tekkesi’nin ifa ettiği misyon paralelinde hareket etmektir. Buna karşılık, Şah İsmail’in dedesi Cüneyd’le birlikte Anadolu Türkmenleri’nin bir bölümü Alevîliği benimsemişlerdir. Bunu döneklik veya asimilasyon olarak adlandırmak yerine, Erdebil Tekkesi’ne olan geleneksel Türkmen bağlılığının bir sonucu olarak görmek daha doğru olur.

Şayet Atmalılar aslında Kürt iseler, köken olarak alevî olmaları mümkün değildir. Çünkü tarihçiler, Türkler’den asırlar önce, Hz. Ömer devrinde müslüman olan Kürtler’in Alevîlik’le bir ilişkilerinin bulunmadığını, Alevîliğin Türkmenlere özgü olduğunu ittifakla belirtmektedirler. Bu yüzden, hem Kürt hem de Alevî olduğu söylenen toplulukların Kürtçe’yi kullanmak suretiyle Kürtleşmiş Türkmen olduklarını kabul etmektedirler. Bunların Kürtleşmelerinin nedeni de aslında, Osmanlı’ya olan muhalefetleri nedeniyle devletin kontrol edemediği dağlık bölgelerde yaşamayı seçmiş olmaları ve bu tür bölgelerin asıl sakinleri olan Kürtler’le kültürel etkileşim içine girmiş bulunmalarıdır. Bununla birlikte, dil olarak Kürtleşmiş, fakat inanç olarak Kürtleşmemişlerdir.

Buna karşılık, şayet Atmalılar köken olarak Türkmen iseler, bu durumda da, göç olayından sonra içlerinden bir çoğunun kendilerini Kürt zannedecek kadar Kürtler’le içiçe girmeleri ve akrabalık kurmaları, onların köken olarak alevî olmadığını gösterir. Çünkü sünnî Kürtler, alevî Türkler’e (hatta alevî Kürtler’e, yani Kürtleşmiş alevî Türkmenler’e) kız vermez ve onları içlerine kabul etmezler, ancak sünnî olanlarla akrabalık kurarlar. Atmalılar’ın bazılarının Kürtleşmesi, aslen Türkmenseler şayet, onların köken olarak alevî değil sünnî olduklarını gösterir. İçlerinden Kürtleşmiş olanların bu durumu, bazı alevî Türkmen aşiretlerinin Kürtleşmeleriyle aynı kategoride değerlendirilemez. Çünkü bu tür alevî Kürt aşiretleri, sünnî Kürtler’den yalıtılmış durumdadır, ortak özellikleri dilden ibarettir. Kürtleşmiş Atmalılar ise, göç olayından sonra dağılınca, gruplar halinde yerleştikleri yerlerde (veya daha dağılmadan önce) Kürtler’le akrabalık kurmuş olmalıdırlar. Bu ise, onların ancak aslen sünnî olmalarıyla mümkün olabilecek birşeydir.

Günümüz Türkiye’sinde Alevîlik-Sünnîlik ihtilafı kangren olmuş meselelerden biri olduğu için, her iki tarafın da birbirlerine karşı kullandıkları dile dikkat etmeleri ve nezaket sınırlarını aşmamaları önem taşımaktadır. Sonuçta her iki kitle de, aynı büyük ailenin birer parçası durumundadır. Hatta bazen, Atmalılar’da olduğu gibi, aynı aşiretin üyeleri durumundadırlar. Birbirlerini döneklik ya da asimilasyon ile suçlamak yerine, anlamaya çalışmaları daha faydalı sonuçlar üretebilir.

“Andolsun, Nuh'u ve İbrahim'i elçi gönderdik, peygamberliği ve kitabı bunların zürriyetleri arasına koyduk. Onlardan yola gelen de vardı, ama onlardan çoğu yoldan çıkmışlardı.

“Sonra bunların izinden ard arda peygamberlerimizi gönderdik. Meryem oğlu İsa'yı da arkalarından gönderdik, ona İncil'i verdik ve ona uyanların yüreklerine bir şefkat ve merhamet koyduk. Uydurdukları ruhbanlığa gelince onu, biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan iman edenlere mükafatlarını verdik. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır.

“ Ey inananlar! Allah'tan korkun, O'nun Resulü'ne inanın ki size rahmetinden iki pay versin, sizin için ışığında yürüyeceğiniz bir nur yaratsın ve sizi bağışlasın. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir

“Böylece Kitab ehli, Allah'ın lütfundan hiçbir şey elde edemiyeceklerini bilsinler. Lütuf bütünüyle Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah, büyük lütuf sahibidir.” (Hadid Suresi, 57/26-29)




(Sünnîlik ve Şiîlik/Alevîlik konusunda şu hususların gözönünde bulundurulması gerekir:



1. Bazılarına göre Alevîlik Türk müslümanlığı, Sünnîlik ise Arap müslümanlığıdır. Alevîlik bazı Türklere özgü bir müslümanlık yorumu olabilir, fakat Sünnîlik Arap müslümanlığı değildir. İslâm, ırklar üstüdür ve Sünnîlik de, İslâm’ı bu şekilde ırklar üstü kabul etmek, şamanizm gibi Türklerin atalarının karışık inançları veya Arapların atalarının putperestlikleriyle kirletmemektir.



2. Alevîlik (ve onun ilişkili olduğu Şiîlik) aslında bir tür İran (Pers, Fars, Farisî) İslâm yorumudur. İranlılar’ın o devre göre süper güç olan Sasanî Devleti Hz. Ömer zamanında yıkılmıştır. Bu yüzden İranlılar Hz. Ömer’i sevmezler. Nitekim Hz. Ömer’i namaz kılarken suikastle öldüren kişi de bir İranlıdır. Buna karşılık Hz. Ali, İran devleti yıkıldığında, onların son hükümdarı Yezdücerd’in esir olmuş iki kızını ayaktakımına düşmesinler diye alıp Hz. Hüseyin’le ve ashabın bir başka önemli genciyle evlendirmiştir. Bu yüzden İranlılar Hz. Ali ve Hz. Hüseyin’e özel sevgi duyarlar. Türklerin alevîleşmesi, İranlılaşmasından başka birşey değildir.



3. Şamanizmi beğenmeyip terk eden atalarımızdan yüzlerce, hatta bin yıl sonra tutup ondan matah birşeymiş gibi bahsedenler, alevîlikteki şamanizm kalıntılarına hayranlık duyanlar, İslâm’ı anlamaktan uzak kişilerdir.



4. Alevîlik şahısçılık ve grupçuluktur (Hz. Ali ve Hz. Hüseyin taraftarlığı, ehl-i beytçilik). Sünnîlik ise “ilkelere bağlılık”tır. Sünnîlik ehl-i beyt sevgisi ile ehl-i beytçiliği farklı görür. Sünnîlik Emevîcilik kadar, alevîlerin savunduğu ehl-i beytçiliği de hatalı bulur.



5. Alevîler Hz. Hüseyin’in zulmen öldürülmüş olmasını sürekli hatırlar ve hatırlatır, fakat Hz. Osman’ın şehadetinin onunki kadar büyük bir haksızlık ve zulüm olduğunu kabul etmek istemezler.



6. Şiîler Gadîr-i Hum denilen yerde Hz. Peygamber s.a.s.’in Hz. Ali’yi kendisine vâsi tayin ettiğini iddia ederler, fakat bunun böyle olması durumunda Hz. Peygamber’in (s.a.s.) neden vefatı öncesinde Medine’de aynı hususu tekrarlamadığını, imamet için yerine Hz. Ebu Bekir’i geçirdiğini açıklamazlar. Şayet Hz. Ali vâsi olsaydı, ne ashab Hz. Ebu Bekir’in halifeliğine razı olur, ne de Hz. Ali buna karşı sessiz kalırdı. Hz. Ebu Bekir de hakkı olmayan birşeye tenezzül etmezdi.



7. Alevîler Hz. Muaviye’yi lanetler, fakat Hz. Hasan’ın onu halife kabul edip biat ettiğini, Hz. Hüseyin’in de bunu onayladığını akıllarına getirmek istemezler.



8. Şiîler Hz. Hüseyin’in Yezid’e biat etmeyiş nedeninin ehl-i beytin hilafet konusunda ayrıcalığı bulunduğu düşüncesinden değil, onun içki içmesi, çalgı dinlemesi, maymun vs. beslemesi, açıkça günah işlemekten çekinmemesi gibi hususlardan kaynaklandığını anlamak istemezler. Hz. Hüseyin İslâmî hükümler (Şeriat) için kıyam etmiş iken, bunu kişisel ya da ailevî bir saltanat davası gibi görmeye ve göstermeye çalışırlar. Hz. Hüseyin’in Yezid’i eleştirdiği hususlarda onu tenkit etmek ise işlerine gelmez.



9. Zübeyr bin Avvam ve Talha bin Ubeydullah r. anhüma gibi zatların Hz. Ali’ye muhalefetinin nedeni Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılması konusunda herhangi bir adım atılmamış olmasıydı. Muaviye r.a. de Hz. Ali’ye olan muhalefetini bu husus üzerine bina etmişti. Halbuki Hz. Ali’nin o sırada bunu yapabilmesi mümkün değildi. Fakat otoritesini tesis etmesi durumunda Hz. Osman’ı öldürenleri cezasız bırakmayacağı da açık bir husustu. Hz. Ali’ye bu fırsatı vermek gerekiyordu. Ancak Hz. Ali’nin Hz. Osman’ın katilleri henüz cezalandırılmadan bütün valileri değiştirmek istemiş olması, özellikle Muaviye r.a.’in tepkisini çekmişti. Son tahlilde Hz. Ali haklı olmakla birlikte, ona muhalefet edenleri Şiîler gibi aşırı biçimde suçlamanın bir mantığı yoktur. Hz. Hüseyin’in şehadetini 1400 yıldır unutmayanların, Hz. Osman’ın zulmen öldürülmesinin hemen ardından insanların nasıl bir halet-i ruhiye içinde olacağını hiç düşünmemeleri tam bir tarafgirlik ve insafsızlıktır. Hz. Hüseyin’in son tahlilde savaşmak üzere yola çıkmış olduğu kabul edilebilir. Kendisine saldırıldığı zaman da savaşmıştır. Bu da doğaldır. Hz. Hüseyin halife değildi, fakat halife olmak üzere yola çıkmıştı. Hz. Osman ise, zaten halifeydi. Kendisini öldürenleri çok daha önceden imha edebilirdi. İsteseydi hiçbiri elinden kurtulamazdı. Fakat öldürmek için evine girdiklerinde bile, Kur’an okumak dışında hiçbir şey yapmamış, kendisini savunmaya bile çalışmamıştır.



10. Alevîler Hz. Osman’ı akrabası olan Emevîler’i yanında tutmakla suçlar, fakat genelde herkesin bu şekilde hareket ettiğini unuturlar. Hz. Osman’ın Emevîler’e olan yardımları kendi malındandı. Herkes gibi onun da malını dilediği gibi harcama hürriyeti vardır. Hz. Osman'a yöneltilen eleştirilerden hiçbirinin inandırıcılığı yoktur. Yaşadıkları dönemde Hz. Ali'yi de, Hz. Osman'ı da eleştirenler olmuştur. Ehl-i Sünnet Hz. Ali aleyhindeki değerlendirmelerin hiçbirisine itibar etmezken, Şiî ve Alevîler Hz. Osman aleyhinde söylenen herşeyi yalan ve iftira demeden adeta havada kapmış, hatta bunlara nasıl ekleme yapabiliriz diye düşünmüşlerdir. Bununla da yetinmemişler, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer de dahil olmak üzere, ashabın çok büyük bir çoğunluğuna dil uzatmayı adeta inançlarının bir parçası haline getirmişlerdir. Buna karşılık Ehl-i Sünnet, Hz. Peygamber s.a.s.'in etrafındaki insanlar olmaları hasebiyle ashabın tümü hakkında saygılı bir dil kullanmayı, hiçbirisini kötülememeyi şiar edinmiştir.



11. Alevîler Hz. Muaviye’yi saltanat kurmakla suçlar, fakat hilafetin salt Hz. Ali ve soyunun elinde olması düşüncesinin de bir hanedanlık anlamına geldiğini unuturlar. Abbasîler’in de aynı şeyi yaptığını da hatırlamak istemezler. Hz. Hüseyin’in bir aile ya da kişisel saltanat davası ile değil, İslâm için hareket ettiğini unutur, bunu kişisel/ailevî bir mesele haline getirirler.)

12. Hz. Osman’ın hoşgörü, yumuşaklık, merhamet ve meşhur “haya”sını istismar eden azgın topluluk, onu şehid etmekle, planladıklarının tam tersi bir sonuca yol açtılar, Emevî Devleti’nin kurulmasına zemin hazırladılar. Şayet Hz. Osman öldürülmesinin yol açtığı infial yaşanmasaydı, Hz. Muaviye’nin halife olacak şekilde öne çıkması mümkün olmazdı. Buna karşılık, Hz. Hüseyin’i Kerbela’da sıkıştırıp savaşmak istemediği halde saldırıp öldürenler de, Emevî Devleti’ni güçlendirelim derken, yıkılışının önünü açtılar. Hz. Hüseyin’in şehadetinden sonra Emevî Devleti ancak 70 yıl yaşayabildi. Onların yerini alan Abbasîler ise, varlıklarını, iyi kötü 770 yıl sürdürdüler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder