18 Mart 2010 Perşembe

ATMALI AŞİRETİ VE GÖÇ

ATMALI AŞİRETİNİN

ARAPGİR-HORAN

BELDELESİNDE

YAŞADIKLARI OLAY

VE GÖÇ

1. MUAMMER ŞAHİN

TARAFINDAN AKTARILAN

VERSİYON

Vaizoğlu Şirketler Grubu’nun (İMÇ 5. Blok, No. 5611, Kat: 2 Unkapanı-İstanbul) 2004 yılında yayınladığı Muammer Şahin imzalı “Babam” (muammersahin.com/BABAM_kitap.pdf) adlı kitapta, Arapgir Horan’dan (Horun) yaşanan göç olayının bir versiyonu anlatılmaktadır.

Eserde (s. 24-27) şöyle deniliyor:

Babam Vaiz Şahin, aile toplantılarımızda zaman zaman bizlere anılarından söz ederdi. Yine, bir aile toplantısında anılarını anlatırken … bana döndü ve anlatmaya devam etti: “… Oğlum Vaiz, sen oldukça zeki ve çalışkan bir gençsin. Ailemizin geçmişini de merak ediyorsun. Aynı zamanda tarihe de meraklısın. Şeceremizi bir araştır bakalım….”

1972 yılında … Arapgir’e gitmeye karar verdik…. Babam Arapgir’e iner inmez, şeceremizi araştırmaya başlamıştı. Bu iş için üç gün boyunca, Arapgir nüfus idaresinde ve tapuda kayıtları inceledi….

Babam, Arapgir’deki üçüncü günümüzde bana: “Oğlum, araştırmalar işe yaradı….” diyerek, duyduğu memnuniyeti ve sevinci dile getirmişti. Soyumuzun geçmişinin Arapgir’in Horan ve Deregezen mevkilerinde yaşadıklarını ve şu anda da soyumuza mensup olanların soyadlarının “Bölükbaşı” olduğunu tespit ettik. Atmalı Aşireti’nden olduğumuzu, bunların da Aşağı ve Yukarı Atmalı diye ikiye ayrıldığını, Bölükbaşı’ların, Aşağı Atmalı Aşireti’nden ve Türkmen Boylarından olduğunu teyit eden bilgilere ulaştık....

Araştırmalarımızın dördüncü gününde, heyet halinde Arapgir’e yakın olan Deregezen köyüne gittik…. Ev sahibi Ziya Bölükbaşı, Avni Emiroğlu, annem, eşim, eşimin annesi ile babam, akrabaları ve ataları ile ilgili uzun uzun sohbete koyuldular. Babam, … Köyün muhtarına dönerek, yapacağı araştırmayla ilgili açıklamalarda bulundu: “Edindiğim bilgilere göre ailemiz, 1650 yılına kadar burada yaşamışlar ve daha sonra ayrılmışlar. Acaba, bu hususta içinizde bilgisi olan var mı?” diye sordu.

Bu soruya yanıt olarak köylülerden biri, bu köyde 350 yıl önce birtakım olaylar nedeniyle göçler olduğunu aktardı. Sohbete katılan muhtar ise, “Bunu, Bölükbaşı’lardan 85-90 yaşlarındaki Elif Ana daha iyi bilir. Kendisi, buraya yakın bir mezrada oturmaktadır. İsterseniz, geçmişe ait olayları, bir de onun ağzından dinleyelim.” dedi. Bunun üzerine Elif Ana çağırıldı.

Geniş çehreli, ak benizli Elif Ana’nın, yaşlılıktan beli bükülmüştü... Ama yine de görünüş itibariyle sağlığı da, konuşması da yerindeydi. Tanışma faslından sonra, Elif Ana, arkasını dönerek, kendisine gösterilen yere oturdu... Anadolu insanına has bir saygı içinde, bize konuyla ilgili duyduklarını ve bildiklerini şöyle hikaye etti:

“1650 yıllarında, bu bölgeye her yıl Diyarbakır Sancağı’ndan, kırk kişilik süvari grubu gelir ve sancak beyliğine öşür toplarlardı. Öşür vermek, köylülere ve ağalara ağır gelirdi, çok zorlarına giderdi. Çünkü, onlar bunu, haraç vermek gibi görüyorlardı. Köylüler, o yıl mevsim kurak gittiğinden, sancak beyliği adına gelen gruba, yılın kurak geçtiğini, kazançlarının kendilerine göre olduğunu ve öşür vere meyeceklerini bildirirler. Süvari grubunun başı ise: “Biz, öşrümüzü almadan gitmeyiz. Size, yarın sabaha kadar mühlet veriyoruz. En azından evinizde, ambarlarınızda bulunan yiyeceklerinizden verin. Aksi takdirde, ya malınızı, ya canınızı, ya da çocuklarınızı alırız.” diye tehdit dolu sözler savururlar. Bu insanlar, çok acımasız ve gaddardılar.

Gelen 40 kişilik grup, buna rağmen, bir de o akşam köylülerin evlerinde misafir olarak kalırlar. Köylüler ise, hava iyice karardıktan sonra, köy meydanında toplanarak, bir plan yaparlar. Plana göre, süvari grubu ile kıran kırana çatışmaya girilecek ve onlar buradan elleri boş gönderilecekti. Köy halkı böyle bir karar almıştı. Köyün ileri gelenlerinden sayılan üç kardeş, bu çatışmayı önlemeye çalışmışlar ise de, bu mümkün olmamış; çok korkunç ve kanlı bir çatışma sonucunda, köye gelen kırk kişilik süvari grubundan otuz dokuzu ölmüş ve köylülerden de bir kaç kayıp verilmiş. Köyün ileri gelenlerinden olan üç kardeşten Kelağa Hüseyin, Kelağa Mulla ve Kelağa Veli, bu çatışmadan sonra, büyük bir üzüntü içinde, yakınlarını da alarak, köyü terk etmek zorunda kalmışlar. Onların bu şekilde hareket etmelerine, süvari grubundan bir kişinin kurtulup, kaçması neden olmuş. Kaçıp kurtulan kişinin durumunun, Diyarbakır sancağına bildirilmesi halinde, akıbetlerinin iyi olmayacağını hesap etmişler, bu yüzden, apar topar köyden uzaklaşarak, izlerini kaybettirmişler. Bunun dışında, bir kısım köylü de aynı şekilde hareket etmiş, kendi yakınlarını da alarak, Deregezen’i ve Horan’ı terk etmişler.”

Bunun üzerine babam, Elif Ana’ya sordu: “Üç kardeşin meslekleri nelerdi? Ne iş yaparlarmış?” Elif Ana: “Su değirmenciliği, ustalık ve marangoz işleri yaptıklarını ve köyün ileri gelen kişileri olduklarını, zamanında büyüklerimden duymuştum” dedi. Ve şöyle devam etti. “Aynı zamanda da şahin kuşu besleyip, atla avcılık yaparlarmış. Hatta, duyduğuma göre, köyümüzün yakınlarında onlardan kalan iki değirmen var. Biri çalışır durumdadır, diğeri harap haldedir. Kalıntıları hâlâ durmaktadır. Gidip, bakabilirsiniz.”

Babam sevinçle, araya girerek: “Bizim sülalede, hâlâ değirmencilikle meşgul olanlar var. Demek ki değirmencilik bizde ata mesleği olarak devam etmektedir” diye, ekledi.

Babam, Elif Ana’ya: “Üç kardeşin, nerelere yerleştikleri hakkında da bir bilgin var mı?” diye sordu. Elif Ana, “Büyüklerimin anlattıklarına göre; Kelağa Hüseyin Malatya üzerinden Polat deresini geçerek Polat köyüne, Kelağa Veli Malatya üzerinden Çırmıklı’ya, (Yeşilyurt), Kelağa Mulla ise Antakya üzerinden Halep’e ya da Şam’a doğru gitmiş” dedi.

Elif Ana’nın ilerleyen yaşına rağmen hafızası hâlâ canlıydı, olayları iyi hatırlıyordu. Elif Ana, dedelerimin aradan geçen iki yıldan sonra, yakınlarına bulundukları yerleri bildiklerini; fakat kimseye söylememelerini sıkı sıkı tembih ettiklerini de söyledi.

Tam bu sırada babam yerinden kalkarak, Elif Ana’nın elini öptü ve şunları söyledi: “Sen, benim atalarımın kökeninin tamamını anlattın. Biz de, senin sayende 350 yıldan beri, su değirmenciliği yaptığımızı, ustalıkla meşgul olduğumuzu ve şahin kuşu beslediğimizi öğrendik. Şimdi de aşağı yukarı atalarımızın iş kollarını devam ettiriyoruz. Hatta, benim babamın göbek adı, Kelağa Hüseyin Efendi ve benim büyük oğlumun adı Kelağa Hüseyin Şahin’dir. Demek oluyor ki “Kelağa” Horasan’dan gelen bir lakap imiş biz de Bölükbaşı ailelerinin soyuna mensubuz.

Babam çok sevinçliydi. Sözlerini: “Elif Ana, muhtar, avukat ve şahitler huzurunda, köklerimin bu şekilde olduğunu bir yazı ile tevsik ve tasdik edersek, elimizde yazılı bir belge olur” diyerek, sözünü bitirdi….

Babam, daha sonra Polat Köyü’nde ilkokul müdürü olan eniştemiz Vahap Tüzün’ü bularak, ailemizin şeceresini araştırma görevini ona verip, bizim soyumuzun köye geliş tarihi itibariyle incelenmesini; hayatta olanlar ve olmayanlar konusunda da araştırma yapması için ricada bulundu. Vahap Bey de, bu görevi seve seve kabul edeceğini söyledi. Bunun üzerine, on iki kaynak kişiden oluşan bir komisyon kuruldu. Bundan sonraki çalışmaları, eğitimci Vahap Tüzün komisyonla birlikte yürüttü ve şecereyi hazırlayarak, rahmetli babama 1973 yılında teslim etti. Ben de babamın vasiyeti üzerine şecereyi/soyağacımızı kitap haline getirmiş bulunuyorum.

Benim talebim üzerine, Malatyalı hemşehrimiz tarihçi, araştırmacı yazar Sayın Mevlüt Oğuz yaptığı araştırmalarla, soyumuzun atalarının Aşağı Atmalı Aşireti’nden ve Türkmen boylarından geldiğini, tarihi vesikalara dayanarak aktardı.

Atmalı Aşireti, Aşağı Atmalı ve Yukarı Atmalı olarak kendi içerisinde ikiye ayrılmaktadır. Aşağı Atmalı Aşireti’nin yerleşim yeri, 1838 yılında göçebe olarak yaşadıkları, Arapgir, Belveren ile Pazarcık ovasında kurulmuştur. Aşağı Atmalı Aşireti’nin yaşadığı ovalarda, çadırlardan oluşan küçük yerleşim yerlerinden başka herhangi bir yerleşim yeri yoktur. Yalnız, bu ovalar üzerinde Atmalı Aşireti’nden başka; yine Atmalılar gibi Türkmen boylarından gelen, Kılıçlı ve Siniminiler de konaklıyordu. Bu üç aşiretin insanları, yaklaşık 2000 çadırda oturuyor ve geçimlerini, çiftçilik ve hayvancılıktan sağıyorlardı. Hayvancılıkla uğraşanlar, yazları dağlara çıkıyor, kışları ise kışlıklarına geri dönüyorlardı. Bu üç Türkmen aşireti de, devlete bağlılıklarını ve sevgilerini bildirerek, senede 400 keselik akçe vergi ödüyorlarmış. Bu üç aşiret, yıllar sonra, 1864 yılında devrin padişahından gelen emir üzerine, göçebelikten kurtularak, yerleşik düzene geçmişler; Türkiye’nin birçok bölgesine yerleşmişlerdir.

(muammersahin.com/BABAM_kitap.pdf)

2. MALATYA-ARAPGİR

DEREGEZEN KÖYÜ SAKİNLERİ

TARAFINDAN ANLATILAN

VERSİYON

(http://www.deregezen.com/index.php?option=com_content&view=article&id=13&Itemid=53)

Deregezen Köyü Malatya Arapgir ilçesine bağlı bir kasabadır. Tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Köyümüzün uzun yıllar önce 1650 yıllarında köye Diyarbakır sancağından 40-50 kişilik süvari birliği köyümüzden her yıl köyde öşür toplarlarmış. Tabii o zaman ki ağalar kendilerinde öşür alınması çok ağırlarına gider. O yılda mevsim kurak geçtiğinde pek bir kazanç elde edemidiği anlatmışlarsada süvari beyliği pek aldırş etmemiş. Ve gerek öşürü almadan gitmeyeceklerini bildirmişler ve yarına kadar hazır etmeleri için kendilerine zaman tanımışlar. Şayet bu yerine getrilmediği takdirde çocuklarınızı yada canınızı alırız diye tehditlerde bulunmuşlar.Ve köylüler o akşam karanlık iyice bastığında bir yerde toplanmaya karar vererek bir plan yaparla. Bu planda süvari grubu ile çatışmaya giricekler ve elleri boş dgönderileckti ve karar böyle alınmıştı. Çok korkunç çatışma sonrası süvarilerin 39 ölmüş sadece bir kişi kurtulmuş ve köylülerdede bir kaç kayıp olmuştur. Köyü ileri gelenlerinden yani ağalar üç beş Ağa çok üzgün bir şekilde köyü terk etmek zorun kalmışlardı. Deregezen Köyümüzün böyle bir olay olduğu araştırmalar neticesinde tespit edilmiştir.

Deregezen Köyümüzün ilk ismi “Bubon” olarak bilinmektedir. Köyümüzün 1951 -1952 yıllarında şimdiki yerleşim yeri olan yere toplu olarak taşınmışlardır.

Deregezen köyü Malatya ve Arapgir arasında kalmaktadır. Malatya merkeze uzaklığı 40 kmdir. Arapgir merkeze uzaklığı da 40 kmdir.

3. MALATYA-ARGUVAN

KÖMÜRLÜK KÖYÜ

SAKİNLERİ TARAFINDAN

ANLATILAN VERSİYON

Rivayet odur ki, bilinmez nedenlerle (hicrî veya rumî)) 1050 tarihlerinde Irak GÜLHÜR boyundan ayrılıp Anadolu içlerine BERİTAN aşireti adı ile Urfa, Adıyaman, Diyarbakır ve Bingöl taraflarına yerleşen kalabalık topluluk, MEMİ AĞA liderliginde 300 çadırla önce Pazarcık'a yönelmiş, havası suyu beğenilmeyip oradan Malatya Aşağı Atma HORUN’a yerleşmeye karar vermişlerdir… İşte zamanla orada kerpiç-taştan büyük bir köy oluşturan Beritan aşiretinin kolu ATMA aşiretini oluşturmuştur… Dağlarda yaşamanın gereği halkı gayet cesur, cengaver, sert mizaçlı, kadın-erkeği ile iyi ata binen, iyi kılıç kullanan, misafirperver ve cömert bir toplum olduğu söylenir…Göçebe, hayvancılık ve vurgunculukla geçinirlerdi…

Anlatılanlara göre o dönemde Delibaş adında bir hükümet kuvveti ve buna bağlı kırk serdarlar (görevleri zaptiyelerle birlikte dağlarda eşkıya kovalamaktı) yeni yerleşen Atmalılar’dan vergi-asker istemişler. Delibaş da MEMİ Ağa’nın eşi BIZE’yi elde etmek ister. MEMİ Ağa’nın kurduğu tuzak gereğince herkes evinde misafir olan zaptiyenin gece başını kesip getirecek denilmiş! Delibaş’ı Memi Ağa misafir etmiş. Sabahleyin 39 baş sayarlar fakat bir tanesi eksiktir ve kaçtığı anlaşılmıştır. Gelecek hükümet kuvvetlerinin kendilerini ve bütün aşiret halkını kılıçtan geçirebileceğini düşünen Memi Ağa hemen köyü ateşe verdirir, aşiret halkı ile vedalaşıp, bir kısmı Antep’e, bir kısmı Maraş’a, bir kısmı da Malatya ’nın daha dağlık kısımlarına dağılmışlardır.

Memi Ağa ve kendisiyle gelen aşiret halkı kaçıp Kızık’a yerleşmişlerdir… Belli bir süre sonra da dağlık yerlere çekilip gözden kaybolacak, dağların arkasına, daha güvenli münasip yerlere yerleşmişlerdir. O dönemde meşe ormanı ile kaplı soğuk su kaynağı olan, ekili-biçili yeri olmayan (gizlenmek amacıyla) Karababa Dağı’nın arkasina Yukarı Köy’e yerleşip, geçimlerini sağlamak için gür meşe ormanlarini kesip kömür imal edip satanlar KÖMÜRLÜK’lükleri oluşturmuşlardir… Aynı sekilde Göl Dağı’nın arkasına yerleşenler GÖKAGAÇ köyünü, Arduşlu’nun arkasına yerleşenler GÖÇERUŞAĞI köyünü, Kale(Erati)nin vadisine yerleşenler Kuruttaş'lıları, bir kısmı da Kadabela, Birik, Sığırcıuşağı, Kınık köylerini oluşturmuşlardir…

Memi Ağa da kendisine ait bir kısım aşiret halkı ve eşi Bıze, iki oğlu ile önce Kızılhan’a, oradandan da sırtını Eşkinli, Dikenli yaylalarına verip ŞOTİK DERESİ’NE (Kırık Ali’nin Çiftliği’ne) yerleşmiştir. Bunlar da daha sonraları nahiye olacak ŞOTİK köyünü olusturmuşlardır. Dağlara yerleşen bu köylere Yukarı Atma denilmiştir. Horun’dan kaçamayan hasta, yaşlı ve sahipsizlere hükümet kuvvetleri, kaçanların suçlu olduğu kararına varip acımış ve bunlara dokunmamıştır. Bunlar da zamanla çoğalıp Aşağı Atma’yı oluşturmuşlardır.

Daha sonraları, zamanla, Atmalılar ve özellikle Nahiye Müdürü Battal Efendi hükümetten yana tavır almışlar, Yemen’e, seferberliğe hiçbiri geri gelemeyecek olan Atma’dan 500 kişi askere gönderilmiş, Kurtuluş Savaşı’nda da aşağıdaki belgelerle (iki belgenin asılları Arapkir)de vatanseverliliklerini ispat etmişlerdir….

Gazi Duvarcı

(http://www.arguvankomurluk.com/arguvan/?dId=8; http://www.arguvankomurluk.com/arguvan/?dId=78)

4. MALATYA-ARGUVAN

ÇOBANDERE/ŞOTİK

KÖYÜ SAKİNLERİ

TARAFINDAN ANLATILAN

VERSİYON

Arguvan ilçemize bağlı bulunan Çobandere (Şotik) köyü; Göl Dağı, Dikenli Yaylası, Yama Dağları’na doğru uzanan Eşkınlı Yaylası ile çevrili, denizden tahmini yüksekliği 1000-1500 metre yüksekliğinde, fazla ovası olmayan, uzun derelerin vadilerine serpilmiş yirminin üzerinde mezradan oluşan, oldukça geniş sahası bulunan, kalabalık bir köydür. Yüzölçümü tahminen 220-230 kilometrekare civarındadır….

Şotik köyünün kuruluşu tahminen 1650 yıllarına rastlamaktadır. Köyümüzün yetiştirdiği değerli insan Ahmet Fehmi Çıplak’ın yaptığı araştırmalara göre köyümüz Atma aşireti mensubudur. Bu aşiret 1634 yılında Irak’ın Gülhur boyundan ayrılarak Güneydoğudan bugünkü Türkiye topraklarına girmişlerdir. Anadolu’ya giren bu aşiret grubunun bir bölümü Berez aşireti adı ile bugünkü Şanlıurfa ve Adıyaman illerine yerleşmiş ve halen bu yörede yaşamını sürdürmektedir.Bu aşiretin geliş anında 300 çadır olduğu şeklinde rivayetler varsa da yazar Mehmet Emin Zeki “Kürdistan” adlı eserinde Atmenikan aşireti ismi ile 500 çadır olduğu belirtilmektedir.

Berez aşiretinden ayrılan Atma aşiretinin o zamanki reisi Memi Ağa isimli bir kişidir. Bu aşiret Pazarcık’ta bir konaklama molası vermiştir. Bir an için Pazarcık’ta kalmayı düşünmüş ise de havası ve suyu sıcak olduğundan buradan Malatya’ya doğru yola çıkmışlar ve bugün Arapkir ilçesi hudutlarında kalan Horun’a yerleşmişlerdir. O Zaman hükümet adına dirlik ve düzen temin eden, kaçak ve haksızlıklarla mücadele eden ve emrinde kırk serdarı olan bir Delibaş, bu köyde gördüğü güzel ve narin yapılı bir gelini gecelik ister, bunu hazmedemeyen Memi Ağa idaresindeki Atma aşireti galeyena gelerek bunların öldürülmesine karar verir. Bu öldürme olayı sırasında askerlerden biri kaçabildiğinden, Atma’nın hükümet tarafından talanına karar çıkmıştır. Memi Ağa ve onunla gelebilenler Horun’dan çıkarak o zaman ormanlık olan şimdiki Kızık ve Kızılhan yörelerine gelmişlerdir. Memi Ağa ile buralara gelen Atmalılar Kadabela, Alhasuşağı, Bellikler, Kömürlük, Gökağaç, Kuruttaş, Korolar, Göçeruşağı, Birik, Sıgırcıuşağı gibi Yukarı Atma Köylerini kuran kişiliklerin atalarıdır. Başlarına gelen bu olaydan kaçamayan aşiretin ihtiyar sakat ve çocuk denecek yaştaki Atmalılar bugünkü Aşağı Atma nüvesini teşkil ederler. Memi Ağa iki oğlu ile birlikte o zamanki ismi Kırık Ali’ler Çiftliği olan bugünkü ŞOTİK köyüne gelerek yerleşmişlerdir.

Bir rivayete göre Memi Ağa’nın oğlu Hüseyin ince yüzlü narin yapılı ve sert bakışlı olduğundan (Şu tik) tabirinden türeme bu yörenin ismi ŞOTİK olmuştur. Gerekçe ve doğuş nedeni ne olursa olsun Şotik ismi aşiretin o zamanki reisi Memi Ağa’nın oğlu Hüseyin’den kaynaklanmaktadır. Köyün kurucusu Tik Hüseyin zamanın Keban yöneticisi olan Paşa tarafından beylik nişanesi ile ödüllendirilmiştir. Kendisine beylik ve yöreyi yönetme yetkisi verilmiştir. Onun ölümünden sonra aşiretin idaresi değişik kişilerce yürütülmüştür. Aşiret idarecileri Osmanlı İmparatorluğu ile çok iyi anlaşmış ve devletle beraber yürümüşlerdir. Bu hizmetlerinden dolayı çeşitli şekillerde ödüllendirilmişlerdir. Atma aşiretinin reisi aynı zamanda nahiye müdürlüğü de yapmıştır….

Köyün Sosyal Yapısı : Köyümüzün tamamı aynı babanın çocuklarından ve torunlarından meydana gelmektedir. Bütünü arasında sağlam bir birlik ve beraberlik tesis edilmiştir.Ortak değerlere çok önem verilmektedir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde bir nevi özerk yönetimi de olan köyümüz aşiret usullerine göre yaşam sürmüştür. Hem kendi bünyesinde, hem de civar köyler üzerinde oldukça ağırlığı olmuştur.Yukarı Atma köylerine daima merkezcilik yapmıştır. Giyim ve kuşamları din ve iklim şartlarına göre şekil almış ve geleneklerine bağlı kalmışlardır. Her aşirette olduğu gibi Atma aşiretinin de kendine has örf ve adetleri vardır….

Köyümüzde eğitim ve öğretime gerekli özen gösterilmiştir. İlk kuruluş aşamasında aşireti yöneten kişilerin geniş bilgi ve kültüre ihtiyaçlarının bulunduğu benimsenmiş ve tarihi boyunca bu hususa önem verilmiştir. Köyümüzde eski yazı, o zamanki nesil arasında oldukça yaygındı. Bu konuda yetişmiş ihtisas sahibi kişiler vardı….

Şotik köyü, Atma aşireti ve onun tarihi ile iç içe olduğundan oldukça gündemleri işgal edecek bilgi ve geleneklerle mücehhezdir….

Yazan: Avukat Battal Gazi Çıplak

(http://www.arguvanvakfi.org.tr/?c=127&a=1125)


ATMALI AŞİRETİNİN

MALATYA-APARGİR’DE

HORAN (HORUN) VE

DEREGEZEN

BELDELERİNDE

YAŞADIĞI

GÖÇ OLAYI

E. S. Karavi

Sülale olarak aslen Malatya-Darende’nin (şu anda Kuluncak ilçesine bağlı olan) Kızılmağara köyündeniz. Kökenimizle ilgili olarak bildiklerimizin özünü, Atmalı asıllı olduğumuz ve bir de aşiretimizin geçmişinde bir namus mücadelesi ve göç olayı yaşandığı oluşturuyordu (Dedemin doğum yeri Kızılmağara olduğu halde, Osmanlılar’daki aşiret mensuplarının doğum yerinin aşiret ismi olarak kayda geçirilmesi uygulamasının sonucu olarak, doğum yeri Atmalı gözükmektedir. Dedemin babası için de aynı doğum yeri kaydı söz konusu). Buna göre, geçmişte bilinmeyen bir tarihte, 40 kadar asker atalarımızın köyüne misafir oluyor ve gece kadın istemeye yelteniyorlar. Onlar da isteklerini kabul etmiş gibi görünüp her askeri ayrı bir eve alıyor ve öldürüyorlar. Daha sonra, bu askerlerin kendileri tarafından öldürüldüğünün anlaşılacağını ve cezalandırılacaklarını düşünerek köyü boşaltıyorlar.

Bu olayın ne zaman ve nerede yaşandığını bilmiyorduk. Fakat, 100 yıl önce hayatta olan dedelerimizin kendi zamanlarından diyelim ki 100 yıl önce gerçekleşmiş olsaydı, onların, bu olayın kendilerinin dedesi zamanında vuku bulmuş olduğunu söylemeleri gerekirdi. Çünkü bu durumda onların dedelerinin, “Bu benim çocukluğumda yaşandı” veya “Babam bu olayı yaşamış” gibi birşey demiş olmaları gerekirdi. Böyle birşey söyledikleri ise bilinmemektedir. O halde bu olayın günümüzden en az 250-300 yıl önce yaşanmış olduğu sonucuna varılabilir diye düşünüyorduk.

Muammer Şahin’in “Babam” adlı kitabında yazdıklarını, Arapgir-Deregezen köylülerinin internette yer alan açıklamasını ve Malatya-Arguvan’ın Çobandere ve Kömürlük köylerinden Av. Battal Gazi Çıplak ile inşaat mühendisi Gazi Duvarcı’nın yazılarını okuyunca, bu isimlerin anlattıkları olayın bizim atalarımızın yaşamış bulunduğu olay olduğunu gördük. Zaten onlar da, bizim gibi Atmalı olduklarını söylemekteydiler.

Anlatılan olayın özü aynı olmakla birlikte, Gazi Duvarcı’nın adının “Bıze” olduğunu söylediği hanımın (daha doğrusu olayın merkezinde yer alan en önemli hanımın) ismini biz “Zıhe” olarak biliyorduk. Bizimkiler arasında bunun dışında nakledilen başka isim yoktu. Olayın özüne ilişkin olmayan ayrıntılarla ilgili farkların, kuşaktan kuşağa geçen aktarma sürecinde ortaya çıkmış olması doğaldır. Nitekim Battal Gazi Çıplak ile Gazi Duvarcı, aynı olayı biraz farklı aktarmaktadırlar. Gazi Duvarcı olayı daha ayrıntılı anlatıyor ve bizim hikayemizle daha fazla örtüşüyor. Battal Gazi Çıplak da aynı olayı anlatmakla birlikte, ayrıntıda farklılaşma var. Deregezen (Arapgir) köylülerinin anlattığı versiyonda da farklılaşma söz konusu. Burada kesin olan husus, her üç kaynağın da aynı olayı anlatıyor olmalarıdır. Bununla birlikte, bizim ailede anlatılagelen rivayete en uygun versiyon, Gazi Duvarcı’nın anlattığı şekildir.

Ancak, bu olay ve Atmalı tarihiyle ilgili olarak şu noktaların gözönünde bulundurulması gerekir:

1. Bu olay öncesindeki Atmalı tarihinin, Atmalı ile ilgili diğer araştırmalar ve tarihsel veriler çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir. Aslında, o tarih öncesine ait kayda değer bir belge mevcut değildir. Dolayısıyla, Atmalı aşiretinin Arapgir’deki ikâmet öncesindeki durumu ve kökeni ile ilgili olarak anlatılanlar spekülasyon olmaktan öteye gitmeyecektir. Konuyla ilgili arşiv belgelerine ulaşılmadıkça kesin birşey söylemek mümkün değildir.

2. Bu olay, çok büyük bir ihtimalle 1640’lı yılların sonlarında yaşanmış bulunmaktadır.

3. Kömürlük ve Çobandere köylülerinin söylediklerinin aksine, Arapgir’de Horun değil, Horan diye bir köy mevcuttur ve Arguvan köylülerinin bahsettikleri yer aslında burasıdır. Horan köyünün yaklaşık olarak 150 yıllık bir yerleşimi vardır ve günümüzde adı Kaynak olarak değiştirilmiştir. Daha doğrusu, Horun’a zamanla Horan denilmeye başlandığı anlaşılıyor. Çünkü eski kayıtlarda Horun adı geçmektedir. (Fahri Yelkovan, XVI. Yy’ın İkinci Yarısında Malatya Sancağına Ait Tımar Tevcihlerinin Mufassal Defterle Karşılaştırılması, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, yüksek lisans tezi, 1996, s. 59.)

Yukarıda sözü edilen 1560 tarihli Malatya tahrir defterinde de Horun adı şu şekilde yer almaktadır: “Mezraa-i Horun, der nezd-i karye-i Tatlar Kınığı, tabi-i Arğavun, timar-ı Ketvan, merdum-ı Ali Paşa mirmiran-ı Vilayet-i Rum.”

(Refet Yınanç ve Mesut Elibüyük, Kanuni Devri Malatya Tahrir Defteri (1560), Ankara: Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi, 1983, s. 191.)

4. Muammer Şahin’in anlattığı versiyonda Deregezen köyünün de adı geçmektedir. Deregezen ile Horan komşu iki köy olup, aralarındaki mesafe yaklaşık 2 km’dir. Bu iki beldeyi birlikte düşünmek mümkündür, fakat Arguvanlılar Horan’dan söz ettikleri için, olayın gerçekleştiği asıl mahallin Horan olduğu söylenebilir.

5. Askerlerden bir kişinin kaçması durumu muhtemelen hikayeye sonradan eklenmiştir. (Bu ayrıntı bütün versiyonlarda mevcut. Bizim aile büyüklerimiz ise böyle birşey söylemiyor, sadece olayın anlaşılacağının düşünüldüğünü veya araştırmalar sonunda şüphelenildiğini aktarıyorlardı.) Mantıklı olarak düşünülürse, aşiretin, bu askerlerden, onların taleplerini reddetmek suretiyle kurtulamadıklarını, ancak öldürmek suretiyle bu işten yakayı sıyırabileceklerini anladıkları sonucuna varılabilir. Askerlerden bir kişinin kaçmış olması değil, ergeç kendilerinden şüphelenileceğini düşünmüş olmaları veya gerçekten şüphelenilmesi, aşiret mensuplarının köyü terk etme kararına varmalarına neden olmuş olmalıdır. Çünkü ölenlerden en azından biri, birilerine daha önce, “Geceyi falanca köyde geçireceğiz” demiş olabilir.

6. Deregezen (ve Muammer Şahin) versiyonunda olduğu gibi olayın sadece vergi ya da haraç meselesi olarak gösterilmesi pek mantıklı görünmüyor. Salt bu nedenle bu kadar büyük bir öldürme olayı yaşanması olacak şey değildir. Çünkü, vergi vermemek bile başlı başına devlete isyan ve başkaldırı olarak görülecekken, bir de vergi toplayan askerleri öldürmeye kalkışmak, hiçbir şekilde müsamaha ile karşılanmayacak bir davranış olur. Bir köy halkının bunu yapması ve sonuçlarını göze alması mümkün değildir. Öte yandan, versiyonlarda ortak olan nokta, asker ya da zaptiyelerin gece evlerde misafir olduklarıdır. Muammer Şahin versiyonunda anlatıldığı şekilde köy meydanında toplanıp savaşma kararı alınması ve kıran kırana bir meydan savaşı yaşanmış olması mantıklı değildir. Hiç kimse, evlere misafir olmuş, rehavete kapılmış askerlere, “Çıkın meydana, savaşalım” demez. Böyle bir durumda toplu bir çatışma yaşanmış olması yerine, her misafirin bulunduğu evde katledilmiş olması akla daha uygundur. Bizim bildiğimiz ve Kömürlük ile Çobandere köylülerinin anlattığı versiyon da bu şekildedir. Ayrıca, bir meydan savaşı yaşanması durumunda, bir taraftan 39 kişi, diğer taraftan ise bir iki kişinin ölmesi mantıkla açıklanabilecek birşey değildir. 39 kişiyi kayıpsız olarak öldürebilmek için sayıca onların en az 10 katı olmanız gerekir, bazen bu da yetmeyebilir. Öte yandan, salt bir vergi meselesine olan tepki sonucu askerleri öldüren bir topluluk, köyden göç etmekle devletten yakasını kurtaramaz. Çünkü öldürülen askerlerin de elbette yakınları, dostları ve hamileri vardır ve bunun takipçisi olurlar. Ayrıca, mülkî amirler, böyle bir olayın takibata uğramaması durumunda ilerde tekerrür edebileceğini ve başkalarını da cesaretlendirebileceğini düşünürler.

Bizim büyüklerimizin anlattığına göre, söz konusu olaydan sonra, kaybolan askerlerle ilgili olarak yapılan tahkikat sonucunda aşiretten şüphelenildiği için, aşiretin büyüğü ya da reisi, içinde altınlar bulunan bir heybe ile Malatya’ya gidip en üst yetkili ile görüşmüş ve kendisine, olayın kapatılması için köyü terk edip izlerini kaybettirmeye çalışmaları söylenmiştir. Söz konusu altınlar vergi veya rüşvet veya her ikisi olabilir (Bizim büyüklerimiz rüşvet gibi anlatıyorlardı). Böyle bir durumda, mesele namus meselesi olduğu için, cezalandırılmaları yoluna gidilmediği düşünülebilir. Çünkü insan öldürmek, hele de asker öldürmek, ancak böyle bir gerekçenin bulunması durumunda üçüncü şahıslar tarafından belirli bir müsamaha ile karşılanabilir. Öte yandan, olayın geçtiği dönem, Osmanlı’da Celalî isyanlarının, eşkıyalığın ve ayrıca askerlerin halka zulmünün çok yaşandığı bir dönemdir. Evliya Çelebi de, Anadolu’da disiplinsiz askerlerin halkın malına ve namusuna el uzatabildiklerini aktarmaktadır. Şu ifadeler de, durumu göstermesi bakımından önemlidir: “1596 yılında Kizir oğlu Mustafa'nın adamlarından Kelp İlyas oğlu Ali, Eski Malatya'da idi. Onun ve ünlü asilerden Karayazıcının merkezi yönetimle olan çatışmaları, Eski Malatya yöresine büyük zararlar verdi. Sivas beylerbeyi Alacaatlı Ahmet Paşa, halka zulümle davrandı. Emri altındaki askerler her yeri yağmaladılar. Arapgir kadısı Taret Efendinin İstanbul'a gönderdiği 1603 tarihli mektuplar bu durumu açıkça ortaya koymaktadır.” (http://www.battalgazi.com.50megs.com/photo3_1.html)

Benzer şekilde, Ahmed Refik Altınay’ın aktardığı belgelerden birinde, 200 neferi olan Sencar mütesellimi Abdurrahman’ın, Bozulus Türkmenleri’nin obalarına konmak bahanesiyle onlarla kavga ettiğini, çıkan çatışmada bir miktar kimsenin helak olduğunu aktarmaktadır:

“Sencar müteselliminin Boz Ulus Türkmenlerine tecavüz ettiklerine dair.

Diyarbekir beylerbeğine ve sancağı beğine ve elviye-i mezburda olan kadılara hüküm ki Sencar sancağı mütesellimi olan Abdurrahman iki yüz nefer atlu ve seğban ile Boz Ulus Türkmanı taifesinden bir tayifenin üzerlerine varub obalarına konmak bahanesile gavga eyleyüb zikrolunan şakıylerin … olan Osman ile tarafeyinden bir miktar kesne ihlâk olub badehu ceng ü cidalleri bertaraf olmuşken hâlâ mücerred ahzü celb içün kabilemizde kan olmuşdur, öşür ve diyet beğlerbeğilere aiddir ve sancak beğlerine mahsusdur deyu mezburları rencide eyledikleri ilâm olunmağın vechi meşruh üzre rencide olunmamaları emrim olmuştur. Buyurdum ki … vusul buldukda husus-u mezbura mukayyed olub mücerred ahz ü celb içün tayife-i mezbura olvechile rencide olundukları vaki ise men ü def’ idüb mezburları hilâf-ı şer-i şerîf ol vechile rencide ettirmiyesin. Fî m 1023.” (Anadolu’da Türk Aşiretleri: 966-1200, İstanbul: Devlet Matbaası, 1930, s. 71-72.)

1023 yılı, m. 1614’e tekabül etmektedir.

7. Memi Ağa’nın köyü yakmış olması da, hikayeye sonradan eklenmiş olmalıdır. Çünkü köyün yakılması şüpheye, tahkikata ve takibata yol açar. Muammer Şahin versiyonunda bu isim de, yakma olayı da yok.. Fakat olay bir veya birkaç isimle sınırlı bir olay olmadığı için bu doğaldır. Herkes kendi atasını olayın merkezine yerleştirmektedir.

8. Arguvan köylülerinin anlattığı şekilde, köyde yaşlı, sakat ve çocuk yaşta olanların kalmış olması ayrıntısı da muhtemelen hikayeye sonradan eklenmiştir. Devlet görevlilerinin bunlara acıdıkları ve dokunmadıkları da ileri sürülmektedir. Bu, mantıklı bir açıklama değildir. Göç edenlerin nereye gittiklerini söylemeleri için onlara baskı yapılacağı açıktır. Aksi bir davranış, olayın görmezden gelindiğini, dolaylı olarak müsamaha ile karşılandığını gösterir. Bu şekilde köyü terk edenlerin, yaşlı ve çocuk yaştakileri geride bırakmaları da düşünülemez. Aralarında sakat bulunduğunu ve sakatların göç edemeyeceğini düşünmek için de bir neden yoktur. Bütün köyün boşaltılmış olması akla daha yakındır. Nitekim, akademisyenler Enver Çakar ile Füsun Kara’nın yayınladıkları bir makale, bu noktayı teyit etmektedir. 1643 tarihi itibariyle Arapgir’in köy ve mezralarının vergi nüfusu bilinmektedir. Sözkonusu makalede, bu köylerin o zamanki ve şimdiki adları ile şu anda bağlı oldukları ilçeler de belirtiliyor. Bunlar arasında Horan ve Deregezen adlı köyler, o tarihte mevcut olmadıkları için yer almıyor. Buna karşılık Atma adlı bir köyün adı geçiyor. Köyün şimdiki adı ve şu anda bağlı olduğu yer ismi boş bırakılmış. Demek oluyor ki, bu köy ortadan kalkmış bir köy. İlginç olan nokta, Atma köyünün, 84 kişi ile en yüksek vergi nüfusuna sahip köy oluşu.. Onu izleyen kalabalık köylerin nüfusları sırasıyla şöyle: 61, 58, 53, 52, 42, 37, 31.. Geriye kalan 91 adet köyün vergi nüfusu ise 30’un altında.. En büyük köy durumundaki böyle kalabalık bir köyün ortadan kalkmış olmasının söz konusu olayla ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü, böyle bir köyün ortadan kalkmış olması normal bir durum değildir, tam aksine zamanla daha da büyümüş olması beklenirdi. İkinci bir husus, nüfus durumu dikkate alındığında, böyle 40 kişilik bir resmî eşkıya çetesi ile ancak böyle kalabalık bir köyün başedebileceği görülmektedir. (Enver Çakar ve Füsun Kara, “17. Yüzyılın Ortalarında Arapgir Sancağında İskân ve Nüfus (1643 Tarihli Avârız-Hane Defterine Göre)”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 15, Sayı: 2, Sayfa: 385-412, Elazığ-2005, http://www.akademiktarih.com/17.-yuzyilin-ortalarinda-arapgir-sancaginda-isk-n-ve-nufus-1643-tarihli-av-riz-hane-defterine-gore.html)

9. Atmalıların başından geçen olaya benzer bir öykü şöyledir:

“1200’lü yıllarda Anadoludaki başı bozukluklar sırasında URFA -SiVEREK yörelerinde yasayan KARAKEÇİLİ asiretinin küçük bir obası MOĞOL askerleri tarafından abluka altına alınır. Askerler aşiret ile bir meselelerinin olmadığını sadece gecelemek istediklerini açıklarlar. Bu istek zaten güçsüz olan bu obayı rahatlatır. Ancak olayın boyutu gece değişir. Gecelemek için geldikleri bu obanın güçsüzlüğünden yararlanmak isteyen Moğol askerleri oba beyinden kendilerine kadın verilmesini isterler. Bu durum karşısında aşiret üyeleri ne yapacaklarını düşünüp karar verirler. Gece askerlere bol oranda içki içirilir. Kadın kılığında yürekli delikanlılar seçilir ve çadıra gönderilir. Biraz sonra bu küçük MOĞOL müfrezesinden geriye et yığınları kalmıstır. Ancak bu durumda orada daha fazla kalamayacaklarını anlayan bu küçük oba adaleti ve insanlarını koruması ile ünlü DULKADİROĞLU BEYLİĞİNE sığınmaya karar verirler ve göç ederler. Gece çadırlarını söküp düşerler yollara. İlk durakları Dulkadiroğulları beyliğinin başkenti olan BESNİ’dir.” (http://tr.wikipedia.org/wiki/Karahasanu%C5%9Fa%C4%9F%C4%B1,_Elbistan)

Bu hikayede birçok tarihî yanlışlık mevcuttur. Birincisi, 1200’lü yıllarda Dulkadiroğulları diye bir beylik yoktu, 1339-1521 yılları arasında hüküm sürdüler. Dulkadiroğulları’nın başkenti Besni de değildi, Elbistan’dı. Şu anda Besni’de Atmalı adlı bir köy mevcuttur. Anlatılan olayın, Atmalılar’ın yaşadığı olayın epeyce tahrifata uğramış bir versiyonu olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Mehmet Demir Atmalı ile İbrahim Uçar şöyle demektedir:

“Moğolların Karakeçililerden kadın istemeleri ve Karakeçililerin Moğollara içki içirerek sarhoş etmeleri sonucu, tamamını öldürmeleri hikayesine benzer bir hikaye aslında Atmalıların başından geçmiştir. Bu hikaye bile Karahasanlıların Atmalı olduklarının ispatlanması açısından yeterlidir.” (İbrahim Uçar, Mehmet Demir Atmalı, Tarih Kültür ve Folklorü ile Atmalı Aşireti, Fırat Üniversitesi Mezuniyet Tezi, 1989 Elazığ) (http://atmalilar.org.tr/forum/index.php?topic=51.0)

Öte yandan, Elbistan’da yaşayan Karahasanlılar aşireti, bu olayı Karakeçililerin değil, kendilerinin yaşadığını söylemektedirler. Onlarınki, yukarıdaki rivayetin aksine, aşiret içinde nesilden nesile aktarılan bir bilgi olduğu için itimada daha şayandır:

“Karahasanlılar Urfa’dayken talihsiz bir durumla karşılaşırlar. 1200’lü yıllarda Moğol İstilası sırasında, Urfa civarında küçük bir oba olarak yaşayan Karahasanlılar, Moğol askerleri tarafından ablukaya alınır. Askerler önce oba halkıyla bir meselelerinin olmadığını, sadece orada gecelemek istediklerini açıklarlar. Ancak daha sonra, misafir oldukları bu obanın beyinden kendilerine gecelik kadın verilmesini isterler. Bu durum karşısında oba ileri gelenleri, oturup bir plan yaparlar. Bu plana göre, önce bu taleplerine olumlu cevap verilir ve akşamdan itibaren askerlere bol oranda içki içirilerek sarhoş edilir. Ardından da kadın kılığına girmiş oba delikanlılarınca çadırlarda konaklayan Moğol zabit ve askerlerin hepsi öldürülür. İzlerini silmek için de bu askerler silahlarıyla birlikte bir sarnıca atılır. (Bu olay, İçmeler’e gelen iki Urfalı tarafından da doğrulanmıştır.)” (http://www.genckarahasanlilar.com/tarih/karahasan-dulkadir-iliskisi.html)

Burada anlatılan olay, muhtemelen Atmalıların yaşadığı olayın rasyonalize edilerek tahrifata uğratılmış bir versiyonudur. Osmanlı’ya olan geleneksel bağlılık ve devlete olan saygı nedeniyle, olayın Moğollar’a mal edilmiş olduğu düşünülebilir. Moğol askerlerinin bu şekilde tedbirsiz hareket etmesi ve gecelemek için evlere misafir olması zaten mantıklı değildir. Karahasanlı ve Atmalı ilişkisi dikkate alınırsa, bunun Atmalıların başından geçen olay olduğu kabul edilebilir:

“Karahasanlılar, Elbistan’a geldiklerinde Atmalının bulunduğu yere yerleşmişler. Atmalılar, Atalarımızdan öğrendiğimize göre, Atmalılar, Karahasanlılara büyük yakınlık göstererek, yurtlarını onlarla paylaşmışlar. Yıllar geçtikçe de birbirleriyle kaynaşmışlar. Karahasanlılar, Atmalılarla yıllarca hemhal olmuşlar, kız alıp, kız vermişler. Karahasanlıların ve Atmalıların adları uzun bir süre birlikte anılmış. Cumhuriyet dönemi kayıtlarının bir kısmında Karahasanlı ismi ya ‘Atmalıya bağlı’ olarak ya da Atmalı şemsiyesi altında zikredilmiştir. Karahasanlılar bu birliktelikten ve Atmalılarla birlikte anılmalarından mütemadiyen büyük bir haz duymuşlardır. Bundan daha önemlisi, Atmalı ve Karahasanlı toplumuna, gâh Atmalılar, gâh Karahasanlılar reislik yapmıştır.” (http://www.genckarahasanlilar.com/tarih/karahasan-atmali-iliskisi.html)

Yukarıya aldığımız, http://tr.wikipedia.org adresindeki metin daha sonra değiştirilmiş, bu arada, Karahasanlılar’ın Karakeçili aşiretinden oldukları ileri sürülmüştür:

“Aslen Türkmen olan Karahasanlılar, Oğuzlar’ın Kayı boyundan Karakeçili aşiretindendirler. Karahasanlılar Urfa’dayken talihsiz bir durumla karşılaşırlar. 1300’lü yıllarda Moğol hakimiyeti sırasında, Urfa civarında küçük bir oba olarak yaşayan Karahasanlılar, Moğol askerleri tarafından ablukaya alınır. Askerler önce oba halkıyla bir meselelerinin olmadığını, sadece orada gecelemek istediklerini açıklarlar. Ancak daha sonra, misafir oldukları bu obanın beyinden kendilerine gecelik kadın verilmesini isterler. Bu durum karşısında oba ileri gelenleri, oturup bir plan yaparlar. Bu plana göre, önce bu taleplerine olumlu cevap verilir ve akşamdan itibaren askerlere bol oranda içki içirilerek sarhoş edilir. Ardından da kadın kılığına girmiş oba delikanlılarınca çadırlarda konaklayan Moğol zabit ve askerlerin hepsi öldürülür. İzlerini silmek için de bu askerler silahlarıyla birlikte bir sarnıca atılır. Yaşanan bu olumsuzluklar sonucunda, orada daha fazla kalamayacaklarını anlayan Karahasanlılar, adaleti ve tebaasını koruması ile ünlü olan Dulkadiroğlu Beyliğine sığınmaya karar verirler. Gece çadırlarını söküp yollara düşerler. İlk olarak Besni’ye giderler. (O dönemde Besni-Siverek birlikte anılıyor.) O zamanlar büyük bir şehir olan Besni aynı zamanda Dulkadiroğlu Beyliği’nin de başkentidir. Dulkadiroğlu beyi yeni gelenleri ağırlar ve kendilerini güvende hissetmeleri için Karahasan’ı özel hizmetine alır.Git gide artan Moğol baskıları, Dulkadiroğlu Beyliği için de dayanılmaz bir hal almaya başlayınca Beyliğin başkenti Elbistan’a taşınır. Tebaası ile buraya yerleşen Dulkadiroğulları daha önce de kendilerine ait olan bu bölgede bazı yeni düzenlemeler yaparlar. Bu arada Karahasan’ı, Dulkadiroğlu Beyi adına bölge dâhilinde gelip giden göçerlerden icar toplamak ve yerleşik durumdaki halktan da vergi tahsil etmek gibi işleri yapmak üzere, şu anda yerleşik bulunduğumuz bölgeye uç beyi olarak gönderirler. Karahasan bu bölgenin yapısını ve gelirini gördükten sonra, fikrini değiştirerek, kendi adına hareket etmeye başlar. Vergi ve icar gelirlerini alamayan Dulkadiroğlu Beyi, haber salarak, derhal toplanan vergilerin göndermesini ister. Ancak Karahasan, gelen habercilerle Beye çeşitli hediyeler gönderip, şu ricada bulunur. ‘Beyimizin emirleri başımız üzere. Ancak, Bey bize “evladım” derdi ve biz de onu öz babamız bilirdik; eğer bu doğru ise müsaade etsin oba olarak, bundan sonra burada yaşayalım” der. Bey, bu güzel sözler üzerine, Karahasan’ın isteğini kabul eder. Bunun sonrasında, Elbistan’dan başlayarak Malatya-Sivas-Adıyaman üçgeni üzerindeki Söğütlü Çayı ve çevresi artık Karahasan’ın toprağı haline gelir. Karahasan’ın ilk yerleştiği yer şu anda Kistik köyü sınırları içindedir. Bu köyde Karahasan’a ve obasına ait olduğu tahmin edilen yaklaşık 50-60 mezar bulunmaktadır. Yavuz Sultan Selim, 1515 yılında Çaldıran savaşına giderken, Şah İsmail taraftarı olduğuna inandığı Dulkadiroğlu Beyliğini cezalandırmak için, Elbistan üzerine yürümüş ve Elbistan ovasında yaklaşık 40.000 kişiyi kılıçtan geçirmiştir. Bir kısım Dulkadiroğlu Beyliği aile efradı, atlarının nallarını ters çakıp kaçmayı başarmıştır. (Bunların soyu, günümüzde Kırşehir dolaylarında yaşamaktadır.) Karahasanlılar, bu durumda kendi adamlarını kendi bayrağı altında toplayıp Yavuz Sultan Selim’in huzuruna çıkarlar. Kendilerinin Osmanlı’ya bağlı olduklarını, Şii ve Alevi olmadıklarını, beyan edip aile efradı ve adamları ile emrinde olduklarını söylerler. Yavuz Sultan Selim bu biati kabul eder. Ancak, topraklarında güvenliği sağlamalarını, Şiiliğe meydan vermemelerini emreder. Karahasanlılar Osmanlı Devleti’nin desteğini arkasına alınca artık yeteri güç sahibi olurlar ve bölgede bulunan diğer insanlar üzerinde baskı kurmaya başlarlar…. Ancak çevre aşiretleriyle münasebetlerinin iyi olmaması nedeniyle Karahasanlılar, güvenlik açısından yerlerini değiştirmek zorunda kalırlar. Sırası ile önce şu anda Lalolar olarak adlandırdığımız bölgeye yerleşirler. Daha sonra Karahasan Uşağı köyüne yerleşirler.”

http://tr.wikipedia.org/wiki/Karahasanu%C5%9Fa%C4%9F%C4%B1,_Elbistan

Karahasanlılar’ın Karakeçili aşireti ile bir ilgisinin bulunması mümkün görünmüyor. Çünkü bu topluluk, Larousse’da belirtildiği gibi, başlangıçta Kırşehir’de yaşamış, daha sonra Ankara ile Eskişehir arasına yerleştirilmiştir. Bu metindeki asıl sorun ise, bugün Karahasanlılar diye bilinen topluluğun atası Kara Hasan ile başka bir Kara Hasan’ın karıştırılıyor olmasıdır. Göçebe bir topluluğun elinin altında bol miktarda içki bulunduğunu düşünmek de çok fazla mantıklı görünmüyor. Ölülerin sarnıca atılması ayrıntısı da makul değil; çadırda yaşayan bir halkın sarnıcı bulunmaz. Besni hiçbir zaman Dulkadiroğulları Beyliği’nin başkenti de olmamıştır. Git gide artan Moğol baskıları, Dulkadiroğlu Beyliği için dayanılmaz bir hal almaya başlayınca Beyliğin başkentinin Elbistan’a taşınması gibi bir durum da yaşanmamıştır. Çünkü bu beylik, Anadolu’daki Moğol hakimiyeti sona erince kurulmuştur. Yavuz Sultan Selim’in, Çaldıran savaşına giderken, Şah İsmail taraftarı olduğuna inandığı Dulkadiroğlu Beyliği’ni cezalandırmak için, Elbistan üzerine yürümesi ve Elbistan ovasında yaklaşık 40.000 kişiyi kılıçtan geçirmesi diye birşey de olmamıştır. Bu savaştan bir süre önce Şah İsmail Dulkadiroğulları üzerine yürümüş ve Elbistan’a girip hayli zarar vermişti. Fakat daha sonra Şah İsmail ile Dulkadiroğlu Beyi aralarında anlaşmışlardı. Yavuz Sultan Selim Çaldıran’a giderken Elbistan’a uğramadı, fakat Dulkadiroğulları’ndan lojistik destek vermelerini istemişti. Dulkadiroğulları ise tam aksine güçlük çıkardılar. Bu yüzden, Çaldıran Savaşı’ndan sonra Hadım Sinan Paşa Dulkadiroğulları üzerine gönderildi. Turnadağı Savaşı’nda Osmanlı galip geldi. Yavuz Sultan Selim Elbistan civarına gelmediği için, Kara Hasan adlı birinin onun huzuruna çıkması diye bir olay da yaşanmamıştır.

Gerçekte Atmalılar ile Karahasanlılar aynı aşirettir. Daha doğrusu, Karahasanlılar, Atmalı'dır. Nitekim 1816 tarihli bir arşiv belgesinde bu husus vurgulanmaktadır: “1816 yılı başlarında Elbistan kazası voyvodalık görevinden mazul olarak Maraş’a dönmekte olan Molla Ali adındaki şahıs, Reyhanlı Aşireti’ne mensup Hasıloğlu Candar ve Atmalı Aşireti’nden Kara Hasanoğlu eşkıyasının saldırısına uğramıştır.” (Faruk Söylemez, “XVIII. Yüzyıl Başlarından XIX. Yüzyıl Ortalarına Kadar Maraş ve Çevresinde Eşkıyalık Hareketleri”, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 22, Yıl: 2007/1; sbe.erciyes.edu.tr/dergi/sayi_22/5-%20(69-85.%20syf.).pdf)

Karahasanlılar’dan ayrı bir aşiretmiş gibi söz edilmesinin nedeni, yörede başka Atmalı topluluklar da bulunmasından kaynaklanmaktadır (Alhaslılar gibi). Mesela bir Maraşlı, Maraş'ta kendisini Maraşlı olarak tanıtmaz, mahalle, köy veya sülalesinin adını söyler. Benzer şekilde Atmalılar'ın yoğun olarak yaşadığı bir yerde, birbirlerine kendilerini tanıtırken sülale veya köy adını kullanmaya başlamışlar, zamanla bu, Atmalı adının önüne geçmiştir.

10. Arguvan köylüleri, söz konusu olayın geçtiği yer olarak Horan’ı (Horun) göstermektedirler. Aynı şekilde Muammer Şahin, yaptıkları araştırmalar neticesinde, aşiretin kökeninin Horan ve Deregezen mevkilerine dayandığını tespit ettiklerini belirtmektedir. Sabri Kelemeroğlu da, Arapgir Postası’nda 1994 yılında yayınlanan bir yazısında söz konusu olayın geçtiği yer olarak Horan’ı göstermektedir. Ancak, Enver Çakar ile Füsun Kara’nın 1643 tarihli avârız-hane defterine dayanarak adlarını ve vergi veren nüfuslarını aktardıkları Arapgir’e bağlı 99 köy arasında Horan (Horun) ve Deregezen yer almamaktadır. Bununla birlikte, aynı defterden, Atma’nın en büyük köy olduğu ve daha sonra ortadan kalktığı anlaşılmaktadır.

Bütün bu bilgileri bir araya getirdiğimizde, Atma köyünün Horan’da (veya daha zayıf bir ihtimalle Horan ile Deregezen arasında) yer aldığını ve sonra ortadan kalktığını söylemek mümkündür. İnternette Horan (Kaynak) köyü ile ilgili olarak verilen bilgilere göre, bu beldede tekrar yerleşimin başlaması 1800’lü yıllarda olmuştur. Ancak, Sabri Kelemeroğlu, Horan köyünün tarihinin 1335’e uzandığını söylemektedir. 1643 tarihli avârız-hane defterindeki bilgilerle bu bilgiyi telif etmek gerekirse, Horan’da Atma köyü adıyla gerçekleşen yerleşimin 1335 tarihinde başladığını, 1650’ye kadar sürdüğünü söylemek belki mümkün olabilir.

11. Kendi sülalemize gelince; dedelerimizin Darende’nin, şu anda Kuluncak’a bağlanmış olan Kızılmağara köyüne yerleştikleri biliniyor. Halen Kızılmağara’nın yanısıra Darende’nin Başkaya (Melik/Melikler) ve Tıllolar (Tullolar) köylerinde akrabalarımız mevcut. Bizimkiler, dedemin babası döneminde (dedem henüz küçükken, 1898 ile 1903 arası bir tarihte) Kızılmağara’dan ayrılmışlar. (Ayrılmalarının nedeni şöyle bir olay: Dedemin amcası İbo Kâhya’nın evinde misafirler vardır. Bir ara dışarıya çıkar. İçeriye tekrar girdiğinde herkesin suskun olduğunu, gergin bir ortam oluştuğunu fark eder, sebebini sorar. Oradakilerden biri, akrabamız olan birisiyle tartışmış, öfkelenip maşayla vurmuş veya tehdit etmiştir. Bunun üzerine İbo Kâhya, “Demek benim evimde benim akrabama bu yapılıyor.. Benim burada hiç itibarım kalmamış. Bunu ya kan temizler ya da ben burayı bırakır giderim” diyor. Gerçekten de, dedemin babası olan kardeşini de alarak köyü terk etmiştir. Kendisine maşa çekilen kişiyi, “Fattülo’nun Osman’ın babası” olarak biliyoruz. Fattülo’nun Osman Birinci Dünya Savaşı’na katılmış, Sibirya’da yedi yıl esir kalmıştır. Dedemin babası ise Birinci Dünya Savaşı’ndan hiç geri dönmemiştir. Dedemin ağabeyi de İstiklâl Harbi’ne katılmış, dönememiştir. Dedemin bir kardeşi de, 1925 yılında, genç yaşta, Darende havalisindeki Cıngıllılar adlı 19 kişilik eşkıya çetesi ile tek başına silahlı çatışmaya girmiş, üç eşkıyayı telef etmiş ve kendisi de öldürülmüştür. Bu yüzden ona, ‘cesur’ anlamında ‘çatal yürekli’ denilmiştir. O sırada Adana’da çalışmakta olan dedeme rüyasında babası, “Üç oğlumdan bir tek sen sağ kaldın, köye dön!” diyor. Bu rüya üç defa tekrarlanınca dedem bir kafileyle yola çıkıyor. Geceledikleri bir handa babası rüyasında bu defa, “Yarın kafileyle gitme, yalnız git” diyor. Ertesi gün rahatsızmış gibi görünerek gecikiyor, arkadan tek başına gidiyor. Kafilenin bir eşkıya çetesi tarafından soyulduğunu görüyor.)

Dedemin babasının nüfus kaydında doğum yeri olarak Kızılmağara değil, Atmalı ibaresi yer alıyor (dedemin babasınınkinde de). Bu, Osmanlı döneminde aşiret mensuplarının doğum yeri olarak genelde aşiret isminin kullanılıyor olmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca, köyün adını kullanmanın yanı sıra, köyün yer aldığı Akçababa Dağları’na atfen, “Akça Dağ’dan geldik” dedikleri de oluyordu. Yörede bu dağların sıkça Akbaba Dağı/Dağları ve Akça Dağ gibi adlarla anıldığı görülmektedir. Prof. Dr. Ahmed Akgündüz, Said Öztürk ve Yaşar Baş’ın hazırladıkları. “Darende Tarihi” adlı eserde (Malatya: Seyyid Osman Hulusi Efendi Vakfı Somuncu Baba Araştırma ve Kültür Merkezi, 2002) yer alan Darende köyleri listesinden, 1883 yılında Kızılmağara köyünün mevcut olmadığı anlaşılıyor. 1902 yılında ise mevcut bulunduğu ve nüfusunun 251 olduğu görülüyor (s. 236). Ancak aynı eserde Atmalılar’ın asıl yaşadıkları yer olarak Aşudı (Aşudi, Aşudu; bugünkü Günpınar) gösterilmektedir (s. 249). Bu, eksik bir bilgi olmalıdır; büyük ihtimalle Atmalılar Aşudı dışındaki yerlerde de yaşıyorlardı. Aşudı 1530’da Darende’nin Ovacık nahiyesinin bir köyü iken, 1583 tarihli Yeni İl defterinde nahiye olarak kaydedilmiştir. 1831 sayımında da nahiye olarak geçmektedir (s. 114-115). 1844 yılı temettuat sayımına göre Aşudı, Darende’nin 19 köyü içinde en kalabalık ikinci köydür (s. 234). Nüfusu 1883’de 1477 olup nahiye müdürü Mehmed Efendi’dir (s. 236) 1708 yılında inşa edilmiş olan camisine Cebecizade Mehmet Paşa 1778’de vakıflar tahsis etmiş ve ayrıca bir mekteb yaptırmıştır (s. 472-474). Ulemadan Ömer Şem’i Efendi burada yaşamıştır (s. 821-828).

12. Türkiye’de Horan adlı birçok belde bulumaktadır. Fakat bunlarla Atmalılar’ın eski yurdu Horan arasında bir ilişki bulunup bulunmadığı konusunda birşey söylemek zordur. Yozgat’ın Boğazlıyan ilçesinin Ovakent kasabasının ilk adı (1966 yılına kadar) Horan olmakla birlikte bu ismin nereden geldiği bilinmemektedir. Bununla birlikte, köyün kuruluşu üç asır öncesine dayanmaktadır. Sözkonusu tarih ile Atmalılar’ın Horan’dan ayrıldıkları tarih birbirine yakınsa da, aralarında bir ilişki bulunup bulunmadığı konusunda birşey söylemek zordur. (http://www.ovakent66.bel.tr/ovakent.asp?id=29)

Erzincan il merkezine 3 km uzaklıkta bir belediyelik olan Demirkent’in eski adı da Horan’dır. (http://www.yerelnet.org.tr/belediyeler/index.php?belediyeid=128797) Eskiden köy olan bu Horan, camili bir köydü. (http://www.kalan.com/scripts/Dergi/Dergi.asp?t=3&yid=9933)

Afyonkarahisar’ın Emirdağ ilçesi merkezinde Musahocalı aşiretinin yaşadığı, bunların 1734 tarihinde Musul vilayetinin Rakka sancağından geldikleri bilinmektedir. Aslen Türkmen Bozulus aşiretlerine bağlıdırlar. Bozulus ise Beydililer’in Karacalu ve Kürtler oymaklarından oluşmaktadır. Emirdağ civarında Horan diye bir beldenin bulunduğu belirtilmektedir. http://www.turkiyerehberi.com/EM%C4%B0RDA%C4%9E%20TAR%C4%B0H%C4%B0_728_3_icerikler.html) Adı geçen Horan, yine Afyon’a bağlı olan Bolvadin ilçesi sınırları içindeki Horan Parkı olabilir. (http://www.turkiyerehberi.gen.tr/sehirler/ilceler-0)

“Göklerde ve yerde bulunanlar hep Allah'ındır. Akıbet (sonuçta) kötülük yapanları yaptıkları ile cezalandıracak, güzel davrananları da daha güzeliyle mükafatlandıracaktır.

“Onlar ki günahın büyüklerinden ve çirkin işlerden kaçınırlar, yalnız bazı küçük kusurlar hariç. Şüphesiz Rabbinin affı geniştir. O, sizi daha topraktan yarattığı zaman ve siz annelerinizin karınlarında bulunduğunuz sırada, sizi en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, kötülükten sakınanı daha iyi bilir.” (Necm Suresi, 53/31-32)


ATMALI

KRONOLOJİSİ

VE COĞRAFYASI

KRONOLOJİ (1560-1766)

1560 Malatya’nın Keder Beyt nahiyesinin Salay Basan mezraında üç-dört neferden oluşan bir topluluk

1563 Maraş’ın Alma Kuşağı mezraında başkalarıyla birlikte tarım yapıyorlar

1643 Arapgir’in Horun/Horan beldesinde Atma köyü olarak ikamet ediyorlar. Vergi veren nüfus 84, toplam nüfus 700-800 civarı

1645-1650 (?) Horun’dan göç ve Atma köyünün ortadan kalkması

1690-1694 İçlerinden bir bölümü Beydili ve Bozulus oymaklarıyla birlikte Suriye’nin Rakka kentine iskân ediliyor

1720 İçlerinden bir bölümü Harran Ovası’na yerleştiriliyor

1734 Arapgir Sancağı’na bağlı timarlı göçebe topluluk durumundalar. Sivas-Kangal’ın güneydoğusundaki Alaca-han’a yerleştirilmeleri yönünde karar çıkıyor

1766 Bin çadırlık bir topluluk durumundalar



YAŞADIKLARI BELDELER

(OSMANLI ARŞİVLERİNE GÖRE)

Darende,

Rakka (Suriye),

Malatya,

Maraş,

Arabgir Sancağı,

Keban Mâdeni (Malatya),

Sivas,

Trabzon,

Of Kazâsı

Ebistan

Siverek

Ankara Sancağı,

Arabgir Sancağı

Çirmen Sancağı,

Keban Madeni Kazası (Harpırt Sancağı)

Erzurum Eyaleti,

Diyarbekir,

Kars,

Çıldır

Kangal

Aşudi Kazâları (Darende),

Turgud Kazası (Konya Sancağı)

CUMHURİYET DÖNEMİ

(GÖÇ EDİLEN ŞEHİRLER HARİÇ)

KAHRAMANMARAŞ

Merkez köyleri

Karacasu kasabası

Abbaslar

Tevekkelli (?)

Afşin köyleri

Kaşanlı

Oğlakkaya(sı)

Türkçayırı

İncirli

Çomudüz

Örenli

Haticepınar

İnci

Elbistan köyleri

Kalaycık

Atmalıkaşanlı

Sevdili

İkizpınar(ı) (Çopur)

Hasanalili (Hasanali)

Topkırankale (Tapkırankale)

Dervişçimli

Günaltı

Topkıran (Tabkıran/Tapkıran)

Türkören

Karahasanuşağı

Yalıntaş

Pazarcık köyleri

Yumaklıcerit kasabası

Ganidağı Ketiler

Taşdemir

Harmancık

Göçer

Hasankoca

Sadakalar

Karahüyük

Akcalar (Akçalar)

Kizirli (Kizir)

Tilkiler

Kızkapanlı

Tetirlik

Turunçlu

Çöçelli

Yukarı Höcüklü

Memişkahya

Damlataş (Kurtdere)

Çolakali

İğdeli (Cimikanlı)

Türkoğlu köyleri

Çakallıçullu

MALATYA

Dilek kasabası

Arapgir köyleri

Deregezen

Doğanşehir köyleri

Polat

Topraktepe

Harapşehir (Günedoğru)

Beğre

Gövdeli

Darende köyleri

Günpınar (Aşudı)

Akbaba

Başkaya (Melik, Melikler)

Günerli

Borandır/Barındır

Üçpınar

Hacolar/Hacoğullar

Kavak(lar)

Tullolar (Tıllolar, Sakarya/Yayıklı)

Göynük

Ağılyazı

Kuluncak köyleri

Karıncalık

Kızılmağara

Kömüklü

Temüklü

Hekimhan köyleri

Kurşunlu kasabası

Arguvan köyleri

Kadabela (Güngören)

Çobandere (Şotik)

Bırik (Yoncalı)

Sığırcıuşağı

Göçeruşağı,

Alhasuşağı

Gökağaç

Kömürlük

Kuruttaş

Kızık

GAZİANTEP

Nurdağı köyleri

Atmalı

Ataköy (Hortlar)

Sakçagöz(ü)

Şatırhüyük

Araban köyleri

Yaylacık

Hasanoğlu (?)

ADIYAMAN

Besni köyleri

Karalar (Karkon)

Atmalı

Gölbaşı

Kösüklü

SİVAS

Gürün köyleri

Akdere

Kılıçdoğan

Böğrüdelik

Karadoruk

Dürmepınar

Güldede

Alacamezar (Bağlıçay)

Mahken/Mahgen (Ağaçlı) (?)

Karakuyu

Kangal köyleri

Karamehmetli

Oğlaklı (Zobular)

Ulaş köyleri

Örenlice (Sert Mahmut)

Şarkışla köyleri

Sarıkaya

YOZGAT

Sorgun köyleri

Gökiniş

Çekerek

ERZİNCAN

İliç köyleri

Atma

Kemah köyleri

Atma (?)


3 yorum:

  1. SLM KELAGA OGLU KURT ALI NIN TORUNLARINDANIM TANISALIM celalettinkoc@hotmail.com.tr

    YanıtlaSil
  2. SLM KELAGA OGLU KURT ALI NIN TORUNLARINDANIM TANISALIM celalettinkoc@hotmail.com.tr

    YanıtlaSil
  3. BEN'DE SİZİN BAHSETTİĞİNİZ DİĞER ÜÇ TÜRKMEN AŞİRETLERİNDEN BİRİ OLAN ARAPGİR/KILIÇLI EŞRAFINDANIZ.. SAYGILAR...

    YanıtlaSil